HADİSLERLE AHLAKİ DAVRANIŞLAR
HADİSLERLE AHLAKİ DAVRANIŞLAR
Doç. Dr. Ali ÖZEK
ÖNSÖZ
Ahlâk İlmiyle uğraşanlar a h I â k î; nazarî ve tatbiki (pratik) olmak üzere İkiye ayırırlar. Nazarî (teorik) ahlâk; Felsefe'nân bir bölümü olup birbirine zıt bir takım görüşler toplamından ibarettir. Tatbiki ahlâk ise; Peygamberlerin ve seçkin insanların davranışlarından kaynaklanır. Bu nedenle de insanoğlunun günlük yaşantısında en üst seviyede pratik ve peşin bir fayda sağlar.
Hallâk-ı a'zam, kâinatı ve içindekileri örneksiz yaratmış fakat yaratıkların en şereflisi olan insanın mutlu olabilmesi için seçkin ve üstün hayat örneklerine uymasını istemiştir. Son ilâhî tebliğ Kur'an-ı Ke-rim'de: «Andolsun sizin için, Allah'ı ve âhireti arzu eden ve Allah'ı çok anan kimseler için Resûlullah’ta (uyulacak) en güzel örnek vardır.» (el-Ahzab 21) buyurmuştur. Bilim ve teknikte olduğu gibi ahlâkî hayatta da örnek ve modelin önemi ve sağlayacağı fayda açıktır.
Çeşitli ahlâk anlayışı ve uygulamaları arasında, inanan insanlar için vazgeçilmez ahlak kural ve uygulamaları, din kaynaklı olanlardır. Müslümanlar için de tek ve değişmez ahlâk ölçüleri; İslâm'ın ahlâkının prensipleridir. Biz bu temel görüşten hareketle, bu kitabta günlük hayatta, ahlâkî davranışları yansıtan hadislerden bir demetle o «en güzel Örnek»i okuyucularımıza hatırlatmak istedik.
Model'i mükemmel olanın işi de mükemmel olacaktır. Tabiî model'i işleyebildiği, izleyebildiği, kendi hayatına ilmek ilmek, nokta nokta örebildiği ölçüde.
Kitabımız; insanın sosyal bir varlık olduğu ilkesinden hareketle planlanmış, insanın ilgi çevreleri esas alınarak konular sunulmaya çalışılmıştır. Bölümler hazırlayıcılar tarafından ayrı ayrı kaleme alınmış, sonra müştereken okunarak, üslub yaklaşımı sağlanmaya gayret edilmiştir.
Kitabta geçen hadislerin metinleri verilmediği gibi mealleri de —anlaşılmayı kolaylaştırmak amacıyla— mefhum olarak verilmiş, hadis kitabı tercüme «diyormuş gibi metne yüzde yüz sadakat yerine mânâya sadık kalınmıştır.
Öte yandan delil olarak verilmiş hadislerin, kaynak araştırması, (tahrîç) yapıyormuş gibi bütün muteber hadis kaynaklarındaki yerini gösterme yoluna da gidilmemiştir. Binaenaleyh Kütübü-sitte'de yer alan bir hadis'e çoğu kez sadece bir kitabdan referans vermekle yetinilmiştir.
Ele aldığımız [konularda, pratik ahlâka ait her şeyi belirtmiş olmak gibi bir iddia içinde de değiliz. Ancak biz, davranışlar konusunda İslâmî noktadan bir ahlâkilik ölçüsü getirmeye ve bunu günlük yaşantının her safhasında aramak gerektiğini, bunalımlar içinde kıvranan toplumumuza bir tedavi çaresi olarak göstermeye çalıştık. Evet, sadece (bu gerçeği ve ihtiyacı vurgulamak istedik...
Yaptığımız; bu sahada tecrübî bir girişimden ibarettir. Konuya -ait daha detaylı ve doyurucu eserlerin neşredildiğini görmek, bu eserin hazırlayıcılarının en büyük zevki olacaktır.
İKİNCİ BASKININ ÖNSÖZÜ
Çağımız insanlığının problemlerine bir göz atacak olursak bunların büyük kısmının, temelde ahlâk problemleri olduğunu anlamakta güçlük çekmeyiz. İşte bu problemlerden birkaçı:
Bir yanda akıllara durgunluk veren bir zenginlik ve servet birikimi görülürken, diğer yanda yokluk ve sefalet, sadece ilerlemiş ve geri kalmış toplumlar arasındaki bir zıtlık değil, aynı zamanda birçok cemiyetlerin bünyevi mes'eieleridir.
Savaşın yer yer sürüp gittiği ve binlerce insanın hayatına mal olduğu şu içinde yaşadığımız yıllarda, dünyada barışm hâkim olduğu söylenemez. Bununla beraber insanlık, tasavvuru bile dehşet veren bir nükleer savaş tehlikesini düşününce, klasik silahlarla sürdürülmekte olan savaşları hiç de önemsememekte, her an kapıyı çalması ihtimal dahilinde olan III. Dünya Savaşının kaygısını, yüreği titreyerek hissetmektedir.
Milletlerin siyasî, iktisadî ve kültürel istiklâlinden çokça söz edilse bile, hakikatte pek çok devletler, başka milletlerin istiklâline sadist bir iştiha ile göz dikmekte, güçlü olduğu, yolunu yordamım bulduğu ölçüde, büyük bir pişkinlik, umursamazlık ve cesaretle bu iştihâyı tatmin yoluna gitmektedir.
Misalleri kendi millî bünyemizden de vermemiz mümkündür; İktisadî faaliyetlerdeki yolsuzluklar, kazanma ihtirasının doğurduğu haksızlıklar, siyasî ve idari çalkantılar, hakların ve yetkilerin kötüye kullanılması, menfaat çekişmeleri, devlet otoritesinin zayıflamasını kollayan kaçakçılık, istifçilik, karaborsacılık, rüşvetçilik, can ve mal emniyetsizliği, iş hayatında sorumsuzluk ve bunun doğurduğu üretim ve kalite düşüklüğü, emeksiz-zahmetsiz kazanma sevdaları, insan hayatının ucuzluğu, insanlara, makam-mansıba ve mal-mülke göre değer verilmesi, yaşlıların horlanması...
Şüphesiz gerek dünya insanlığının meseleleri, gerekse millî mes'elelerimiz bunlardan ibaret değildir. Fakat şu söylenenler daiıi günümüz insanlığının ne denli ağır ahlâk buhranları yaşadığını acı bir şekilde göstermektedir.
Öyle görülüyor ki insanlık, «Allah'ı dünyamızdan kovalım!» diye çığlık atan insan kılığındaki şeytanlara kulak asmanın cezasını çekmektedir. Ve bu lanet olası sese kulak verdiği sürece, kim bilir, daha ne musibetler beklemektedir insanları...
Çatışma ve zıtlaşmayı ortadan kaldırarak uyuşmak, barışmak ve böylece selâmete ulaşmak mânasına gelen İslâm, yeryüzündeki her türlü fitne ve fesadın, haksızlığın ve zulmün ortadan kaldırılarak yerine barış, huzur, kardeşlik, hak ve adaletin ikâme edilmesini gaye edinmiş; ahlâk güzelliklerini tamamlamak için gönderildiğini ifade eden Ulu Peygamber, böylece her türlü kötü duygu, düşünce ve davranışların ortadan kaldırılmasının, Dînin aslî ve nihaî gayesi olduğunu ortaya koymuştur….
İSLÂM AHLÂKININ GENEL KARAKTERİ
I — AHLÂK NEDİR?
Şüphesiz, ilmi sahalarda eser yazanların en zor işlerinden biri, o ilmin, o disiplinin tarifini yapmaktır. Böyle olduğu içindir ki ilim adamları, kendi sahalarında çok defa daha tariflerde ihtilâfa düşerler. Bu güçlük, «tarif» in tarifinden ileri gelmektedir, diyebiliriz. Çünkü tarif, «efradını cami, ağyârını mâni olmalıdır.» Buna işaret etmekten maksadımız, ahlâkı, bir çırpıda tarif etmenin kolay olmadığı gerçeğini anlatmaktır. Bununla beraber, ahlâk için yine de bir tarif getirmek zorunda olduğumuza göre işe bu kelimenin lügavî mânası ile başlamakta yarar vardır.
Arapça bir kelime olan ahlâk, «hulk» veya «huluk» kelimesinin çoğuludur. «Hulk», Arapçada huy, seciye, tabiat, mizaç, din mânalarına gelmektedir. Buna göre ahlâk huylar, seciyeler, tabiatlar... mânalarına gelir. Bununla beraber ahlâk, bir terim olarak müfred mânada kullanılagelmiştir.
Ahlâkın, çeşitli ıstılâhî mânaları içinde İslâm âleminde en beğenileni ve en yaygın olanı, îmam Gaz-zâlî'iün tarifidir ki, Gazzâli'ye kadar yapılmış tariflerden çoğunun bir neticesi ve olgunlaşmış şekli olan bu tarif şöyledir:
«Ahlak, insanın mânevi yapısında (nefiste) yerleşen öyle bir meleke (hey'et)dir ki, davranışlar, hiçbir fikrî zorlamaya gerek kalmadan bu melekeden rahatlıkla ortaya çıkar.» (Gazali, İhya, I, 53)
Bu tarif üstünde biraz durmak faydalı olacaktır:
Bu tarife göre ahlâk, insandan sâdır olan fiil ve davranışlar yaygın, ifadesiyle aksiyon (amel) değil, bu davranışların menşei veya âmili olan, onları meydana getiren kompleks bir mânevi kabiliyet (hey'et)tir. Buna göre ahlâki fiiller, ahlâkın kendisi olmayıp, onun bir tezahürü, dışa yansımasıdır.
Ahlâk, sadece iyi huylar ve bunların ortaya çıkardığı davranışlar değildir. Kelimenin asıl mânası ile iyi huylara da, kötü huylara da ahlâk denir. Dolayısıyla, kendisinde iyi meleke ve kabiliyetler geliştirmiş insan «iyi ahlâklı», kötülük yapmaya yöneltici meleke ve kabiliyetler geliştiren insan ise «kötü ahlâklı»dır. Bununla beraber ahlâk, yaygın bir şekilde iyi huylar ve bu huyların tesiri ile meydana gelen davranışlar için kullanılmış, bu sebeple «iyi ahlâklı» yenine sadece «ahlaklı», «kötü ahlâklı» yerine de «ahlâksız» tâbirleri kullanılmıştır.
Ahlâk, insanda, gelip geçici bir hal olmayıp, insanın manevî yapısında temerküz eden, yerleşen ve bir meleke halini alan kabiliyetler bütünüdür. Ahlâkın bu hususiyeti sebebiyledir ki, İslâm ahlâkçıları, tâbir caizse, kırk yılda bir iyilik yapmanın ahlâklı olmanın bir alâmeti sayılamayacağım ısrarla belirtmişlerdir. Nitekim Hz, Peygamberin, «Amellerin en hayırlısı —az da olsa— devamlı olanıdır.» (Buhâri, İmam, 32) buyurması da bunu göstermektedir.
Ahlâk, insanı, düşünüp taşınmaya gerek duymadan, iyiliği kolaylıkla ve memnuniyetle yapmaya sevkeder. Ahlâkî bir davranışı gerçekleştirmek durumu ile karşı karşıya bulunan bir insan düşünelim : Eğer o, bu işi yapıp yapmamak konusunda, ahlâk bakımından haklı ve yerinde olmayan bir sebeple tereddüt ediyor, uzun uzun düşünüyorsa, sonunda o işi yapmaya karar verse bile, bu insanda ahlâk henüz yeterince gelişip, olgunlaşmamıştır. Şu halde ahlâkın gelişip güçlenmesinde «itiyad»ın, ihmal edilemez bir önemi vardır. Bu sebeple İslâm ahlâkçıları «ahlâkî eğitim»e büyük bir ehemmiyet atfetmişlerdir. Çünkü itiyad, ancak eğitimle kazanılır. Burada «eğitim» den maksadımız, ahlâkın nazari bilgilerini edinmek yanımda», bundan da önemli olarak, kişinin nefsânî isteklere karşı koymak suretiyle kendi kendini iyilik yapmaya zorlaması, işin başında kendisine zor gelen «iyilik yapma »ya kendisini alıştırması, bu konuda itiyad kesbetmesidir; tâ ki, ruhunda iyilik yapma irâdesi gelişip güçlenebilsin. Bu faaliyete «insanın, kendini ahlâkî eğitime tâbi tutması» diyebiliriz.
II- İSLAM AHLAKININ KAYNAĞI
İslâm ahlâkı, ne İslâm ilim ve fikir adamlarının, hatta ne de Hz. Peygamber'in bizzat kendi düşüncesinin bir mahsûlü olmayıp esas itibariyle «vahy»e dayanır. Kur'ân-ı Kerim'in, Hz. Peygamber'i müslümanlara ahlâk örneği göstermesinin sebebi, onun ahlâkının «Kur'an ahlâkı» olmasından ileri gelmektedir. Nitekim, Hz. Peygamber'in, Kur'ân'm umumî ölçülerine ve prensiplerine uymayan —ender de oîsâ—, bazı tutumları olmuş ve bu tutumlar, kesin bir surette vahiy yoluyla tashih edilmiştir. (Msl. Abese, 80, 1/10) îşte Hz. Peygamber'in tutum ve davranışlarının daima vahy;n kontrolünde olması sebebiyledir ki, Kur'an'm yanında Sünnet de îslâm ahlâkının ikinci temel kaıynağını teşkil etmektedir. Kur'ân-ı Kerîm, Resûlullah (s.a.)'m yüksek bir ahlâka sahip olduğunu belirtmiş, (Kalem, 68/4) onu «güzel ahlâk örneği» olarak göstermiş, (Ahzâb, 33/21) Hz. Âışe (r.a.)' den nakledilen bir hadiste Resûlullah (s.a.)'m ahlâkının «Kur'an ahlakı» olduğu ifade edilmiş, (Müslim, Salâtu'l-musâfirîn, 130) kendisi de «ahlâkî güzellikleri tamamlamak için gönderildiğini» tasrih etmiştir, (Muvatta', Husnu'1-hulk, 21) Bütün bu ve benzeri deliller, Sünnet'in Kur'an'dan sonra İslâm ahlâkının ikinci kaynağım teşkil ettiğim açıklıkla göstermektedir.
Bu iki temel kaynağa ilâveten ve bunların prensiplerine ve umumî esprilerine aykırı olmamak kaydıyla İslâm büyüklerinin, ilim ve fikir adamlarının yaşayışları ve eserleri de, müslümanlar tarafından İslâm ahlakına kaynak kabul edilegelmiştir.
Yukarıda işaret edilen noktalardan, İslâm ahlâkının tamamıyla nakle dayandığı ve akla ilgisiz kaldığı, insan düşüncesinin îslâm ahlâkında yeri ve önemi olmadığı gibi yanlış bir netice çıkarmamak gerektiğine bilhassa işaret etmek isteriz. Aksine, dînin umumi ölçülerine ve prensiplerine uygun düşmesi, din.n belirlemiş olduğu hükümler© aykırı olmaması, ya da en azından, sarih bir dîn delil ile aksine hüküm bulunmadıkça insan aklının düşünüp ortaya koyduğu hükümlerin İslâm'da elbette kıymeti vardır. Ahlâktan daha ziyâde hormel olan ve dolayısıyla nassın daha çok hâkim olması tabii olan fıikuhta dahi içtihadın ne kadar önemli, müctehidin fikirlerinin ne kadar saygı değer olduğunu biliyoruz.
III- İSLÂM'DA AHLÂKIN GAYESİ
İslâm'da ahlâkın, bir tek gaye değil, bir gayeler hiyerarşisinin bulunduğunu belirtmek daha doğru olacaktır. Bu hiyerarşinin en altında kişinin şahsî menfaati gelir. İçki, kumar, zina gibi insan bedenine zarar veren tutum ve davranışların ahlâiî bakımdan kötü kabul edilmesinin bir gayesinin de insanın bedeni varlığını korumak olduğu inkâr edilemez. Aynı şekilde kişinin ruh sağlığım ve dengesini korumak, onu ruhen incitmek ve geliştirmek de ahlâkî fiillerin bir başka gayesidir.
Hiyerarşinin ikinci kademesinde ise sosyal gayeler vardır. Ne kadar ferdî gibi görünürse görünsün, her ahlâkî hareketin mutlaka toplumu ilgilendiren bir yönü vardır; iyi hareketler, toplum dengesine, huzur, refah ve saadetine katkıda bulunduğu gibi, kötü hareketler de içtimaî dengeden, huzur ve saadetten az çok bir şeyler alıp götürür. Bu yüzden, gerek Kur'ân-ı Kerîm'de, gerekse Hz. Peygamber'in hadislerinde, ahlâkî mükellefiyetlerin ve genel olarak dînî mükellefiyetlerin mühim bir maksadının içtimaî saadeti gerçekleştirmek olduğu, en açık bir surette kendini göstermektedir.
İslâm'da ahlakın gayesini, dünyevî faydalarla sınırlamak mümkün değildir. Zaten bu dünyâda iyi veya kötü her hareket hak ettiği gayeye ulaşamayabilir. Bu yüzden İslâm'da, ahlâkın gayeler hiyerarşisinin üçüncü kademesinde uhrevî saadet yer alır. İslâm, iyilikler yapanlara cennetler va'deder; kötülük yapanları cehennemle tehdid eder. Esasen uihretvî ha-yatm, bizce malûm, olabilen en mühim mânası, onun bir adalet günü, yâni iyiler için saadet, kötüler için de bedbahtlık günü olmasıdır.
İslâm'da ahlâki faaliyetlerin en yüksek gayesi ise «Allah Rızası»dır. Kur'ân-ı Kerîm'in, her şeyin üstünde ve her şeyden üstün olduğunu belirttiği «Allah rızâsı», (Enbiyâ, 21) iyiler için bu dünyada hissedilemez değildir. Allah'a inanan ve iyilikler yapan insan, Allah'ın rızâsını kazanmış olmanın hazzını ruhunun derinliklerinde duyabilir; onun başka hiçbir hazza benzemediğini, hepsinden daha güzel olduğunu farkedebilir. Bununla beraber insan, Allah rızâsının verdiği doyumsuz saadeti, mümkün olabilen en mükemmel şekliyle âhirette tadacaktır.
.................
Eserin tamamı 368 sayfadır. İçindekiler hariç, ilk 22 sayfa yukarıda verilmiştir.
Benzer Konular
ÇAĞIMIZIN AHLAK BUNALIMI VE ÇÖZÜM ARAYIŞLARI
24-26 Nisan 2009 / İstanbul Topkapı-Eresin Hotel'de İslami İlimler Araştırma Vakfı tarafından gerçekleştirilen Çağımızın Ahlâk Bunalımı ve Çözüm Arayışları konulu Milletlerarası Tartışmalı İlmî Toplantı açılış konuşmasının Türkçe ve İngilizce metinlerinin tamamı için TIKLAYLINIZ.
HARAM KAZANÇ
Deriz ki, haram mal veya haramlardan gelen bir kazançla kurban kesilir. Zira kurban bir hayırdır, bir sadakadır. Bu konuda genel kaide, haram yerden elde edilen mal vs. mümkünse sahibine iade edilir. Şayet sahibi bilinmiyorsa sadaka olarak verilir. Devlete intikal ederse o da sadaka sayılır. Zira devlet amme hizmeti görmektedir. Haram karışan veya haram şüphesi taşıyan mallardan şüphe edilen miktarın hayra verilmesiyle o mal temizlenmiş olur. Verilmemiş zekâtlar da ana sermaye içinde haram mal gibidir. Zira zekât miktarı kadar mal başkasına aittir.
İBADET ve MÜESSESE OLARAK ZEKAT
Giriş, Zekat ve sadakanın manası, fakirlik problemi, zekatın tarihçesi, zekatın dindeki yeri, müessese olarak zekat, Zekat mükellefleri, zekata tabi mallar, zekatı farz olan malın şartları, Zekata tabi mallar, Zekatın sarf yerleri ve teslim usulü, Zekatın toplanması ve dağıtımı Fert ve cemiyet hayatında zekatın yeri ve önemi, Fıtır sadakası ve zekatın dışındaki mali mükellefiyetler bu eserde ele alınmıştır.