İLK MÜSLÜMANLARIN BAŞARISI

23 Temmuz 2007

 

İLK MÜSLÜMANLARIN BAŞARISI

 

Hicri I. Asrın sonlarına gelindiğinde Müslümanlar batıda: Mısır, Libya, Cezayir, Fas ve Portekiz de dahil olmak üzere bütün İspanya’yı, Sicilya Adalarını;  Kuzeyde: Kıbrıs, Anadolu’nun yarısından itibaren Suriye, Irak, Ermenistan, Azarbaycan ve Türkistan’a kadar olan bölgeyi; doğuda: Sind nehrine ve Pamir dağlarına kadar Hindistan’ın bir bölümünü; Güneyde: Yemen, Somali ve Habeşistanı fethetmişti.

 

Şimdi duruma bir bakalım! O gün Müslümanların elinde kaynak olarak resmen hadîs yoktu; çünkü hadisin yazılması yasak, rivayeti ise sınırlı idi. Henüz fıkhî mezhepler teşekkül etmemişti. İtikadî mezhepler de henüz yoktu. Müslümanların elinde sadece Kur’an vardı ve bir miktar da hadîs. İşte bununla o kadar ülkeyi fethettiler. Bununla o kadar insanın Müslüman olmasına vesile oldular.

 

Şimdi soralım! Bizim elimizde bu kadar Kur’an tefsiri, bu kadar şerhleriyle birlikte hadis kitabı, bu kadar fıkıh kitapları ve mezhepler, bu kadar tarikatlar var iken; neden başarısız durumdayız?

 

İşte bu sorunun cevabını bulmak zorundayız.

Neden?

Neden bu gün müslümanlar  zayıf düşmüştür?

 

Hatta şuna dikkatlerimiz çekilmelidir. Bugün Müslüman olmuş doğulu ve batılı insanlar hadîs ve fıkıh kitaplarına bakarak değil, Kur’an’ı okuyarak Müslüman oluyorlar. Buna göre diyebiliriz ki, Kur’an’a ve sahih sünnete dayalı sade ve kolay müslümanlık esas alınmalıdır. Koruyucu ve baskıcı müslümanlıktan uzak durulmalıdır.

 

Şu üç hürriyete önem vermeliyiz:

1.                 Fikir ve düşünce hürriyeti. Herkes düşünmeli, düşündüklerini söylemeli ve başkalarıyla tartışmalıdır.

2.                 Din ve vicdan hürriyeti. Kesinlikle koruyuculuğu ve baskı yapmayı bırakıp eğitime önem vermeli ve tebliğci olunmalıdır.

3.                 Teşebbüs ve seyahat hürriyeti. Herkes istediği işi yapmalı,(?) istediği şekilde hareket edebilmelidir.

 

Şu üç şeyi de elde tutmalıdır:

1.                 Haramları iyi tanımalı, özellikle büyük günahlardan sakınılmalı,

2.                 Vazgeçilmez ahlakî kaidelere sarılmalı,

3.                 İnsanları adaletle,sevgi ve hoşgörü ile idare etmeli.

 

         

MÜSLÜMANLARIN ÜRETİME KATILMASINI TEMİN

 

Bugün dünyada görülen manzara, İslâm Ülkelerinde yaşayan halkların üretime katılma paylarının çok düşük olması iktisadî açıdan çöküşe sebep olmuştur. Kanaatimce, bu konuda Müslümanlar doğru yönlendirilmemektedirler. İslâm’da helal rızık, el emeği-göz nûru olduğu halde maalesef İslam ülkelerinde Müslümanların ziraat dışında dünya piyasalarına verdiği fazla bir şey yoktur. Halbuki İslâm’da ziraatla uğraşmak teşvik edilmemiştir. Hatta Buhari’de yer alan bir hadiste; ziraat işlerinde bereket olmadığı, ziraatla uğraşan toplulukların zillet ve meskenete düçar olacakları belirtilmiştir. Buna mukabil İslâm; ilmi, teknolojiyi ve ticareti teşvik etmiştir.

         

       

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 Bir örnek vermek gerekirse; Bugün geçimini tarımdan sağlayan fertlerin sayısı; Amerika’da nüfusun % 5’i, Almanya ve Japonya’da % 4’üdür. Demek oluyor ki; müslümanlar iyi yönlendirilmiyor veya yanlış yönlendiriliyorlar. Buhari’nin Kitabü’l-Muzaraa’da Ebu Ümame el-Bâhili’den rivayet ettiği bir hadiste şöyle gelmiştir:

 

Birgün Resulullah, bir evin önünde ziraat aygıtları gördü. Orada durdu bu aygıtlara bakarak, “Bu aygıtların girdiği evde bereket olmaz” buyurdu. Bu konuyu işleyen alimler peygamberin müslümanlara daha ziyade ilim ve ticareti tavsiye ettiğini söylemişlerdir. (Bak aynî şerhi C:12-S:156)

 

Bu esasa dayanarak Hz. Ömer (RA) müslümanların toprağa bağlı kalmalarını, ziraatla uğraşıp ilmi, cihadı ve ticareti terk etmelerini yasaklamıştı. İşte görüyorsunuz bugün Müslümanların büyük çoğunluğu tarımla uğraşmaktadır.

 

Bu işte suçlu aranırsa; kanaatimce yanlış ve bozuk siyasî ve idarî yönetimler kadar İslâm alimleri ve şeyhler de suçludurlar. Öyle görülüyor ki, İslâm’ın ana fikri ve hedefi son asırlarda tam anlaşılamamıştır. Zira İslâm’da ana fikir İslâmî idaredir. İslâmî  idareden maksat ise “hudud” tur. Bu da sünnette fiilen mevcuttur.

 

Önemli olan fertlerin davranışları değil, Allah’ın kanunlarının hâkim olmasıdır. Rasülullah (s.a.v.) Efendimiz özellikle Medine devrinde bize bu gerçeği tatbikî olarak öğretmiştir. Yahudileri, hristiyanları, müşrik arapları ve münafıkları idaresi altında toplamış ve onlara sadece hududullah’ı uygulamıştır.

 

Bugün İslâm Ülkeleri hâlâ nizam meselesiyle uğraşmaktadırlar. Bu da müslümanların ilim, teknoloji ve ekonomide geri kalmalarına ve başkalarına bağımlı hale gelmelerine sebep olmuştur.

 

Netice olarak şu gerçeklere parmak basmak gerekir:

1.               İslam’ın ana fikri ve gayesi, insanlığı Allah yoluna çağırmak ve Allah’ın koyduğu  nizamı uygulatmaktır.

2.               Önemli olan tevhit akidesine dayalı sağlam bir iman ve onun gerekleriyle ameldir.

3.               Hedef İslâm yönetimidir, zira yeryüzünde adalet ancak İslâm nizamının tatbikiyle mümkün olacaktır.

4.               Müslümanlar hayatta üç şeye önem vermelidirler. Kur’an, sahih sünnet ve akıl. Müslüman günlük hayatta  ve insanlarla olan ilişkilerinde Kur’an’ın adalet ve hukuk nizamını, Resulullah (SAV)’in tatbikatını ve aklı esas kabul etmelidir. Bu husus, Muaz b. Cebel’in Yemen’e vali olarak gönderilirken ifade edilen meşhur hadiste açıklanmıştır.

5.               Büyük günahlardan kaçınmak, küçük günahlar üzerinde ısrarlı olmamak. Böylece toplumda birlik-beraberlik sağlanabilir. Bunun için de Nisa Suresi 31. ayeti esas alınmalıdır.

 

 

Benzer Konular

Ali Özekin telif ettiği el-KEŞŞÂF maddesi: İBN EBÛ ŞERÎF, Burhâneddin Tefsir, hadis ve fıkıh âlimi.

Müellifin telif ettiği maddeler veya madde bölümleri İBN EBÛ ŞERÎF, Burhâneddin Tefsir, hadis ve fıkıh âlimi. el-KEŞŞÂF الكشّاف Mu‘tezile âlimlerinden Zemahşerî’nin (ö. 538/1144) ağırlıklı olarak dirâyet metoduyla yazdığı tefsiri. Müellif: ALİ ÖZEK

KÜRT MESELESİ

Kürt meselelesinin dünü ve bu günü

RAMAZAN ve ORUÇ

Orucun şer'î tarifi şöyledir: Oruç tutmaya ehliyetli bir kimsenin imsak vaktinden iftar zamanına kadar vücudun bâtın hükmünü hâiz olan iç kısmına bir şey idhal etmek ve cima yap­maktan, ibadet niyetiyle kendini tutması yâni menetmesidir.