HADİSLERLE AHLAKİ DAVRANIŞLAR

15 Agustos 2006

HADİSLERLE AHLAKİ DAVRANIŞLAR

Doç. Dr. Ali ÖZEK

 

 ÖNSÖZ

Ahlâk İlmiyle uğraşanlar a h I â k î; nazarî ve tat­biki (pratik) olmak üzere İkiye ayırırlar. Nazarî (teo­rik) ahlâk; Felsefe'nân bir bölümü olup birbirine zıt bir takım görüşler toplamından ibarettir. Tatbiki ah­lâk ise; Peygamberlerin ve seçkin insanların davra­nışlarından kaynaklanır. Bu nedenle de insanoğlu­nun günlük yaşantısında en üst seviyede pratik ve peşin bir fayda sağlar.

Hallâk-ı a'zam, kâinatı ve içindekileri örneksiz yaratmış fakat yaratıkların en şereflisi olan insanın mutlu olabilmesi için seçkin ve üstün hayat örnek­lerine uymasını istemiştir. Son ilâhî tebliğ Kur'an-ı Ke-rim'de: «Andolsun sizin için, Allah'ı ve âhireti arzu eden ve Allah'ı çok anan kimseler için Resûlullah’ta (uyulacak) en güzel örnek vardır.» (el-Ahzab 21) buyurmuştur. Bilim ve teknikte olduğu gibi ahlâkî hayatta da ör­nek ve modelin önemi ve sağlayacağı fayda açıktır.

Çeşitli ahlâk anlayışı ve uygulamaları arasında, inanan insanlar için vazgeçilmez ahlak kural ve uy­gulamaları, din kaynaklı olanlardır. Müslümanlar için de tek ve değişmez ahlâk ölçüleri; İslâm'ın ahlâ­kının prensipleridir. Biz bu temel görüşten hareketle, bu kitabta günlük hayatta, ahlâkî davranışları yan­sıtan hadislerden bir demetle o «en güzel Örnek»i oku­yucularımıza hatırlatmak istedik.

Model'i mükemmel olanın işi de mükemmel ola­caktır. Tabiî model'i işleyebildiği, izleyebildiği, kendi hayatına ilmek ilmek, nokta nokta örebildiği ölçüde.

Kitabımız; insanın sosyal bir varlık olduğu ilke­sinden hareketle planlanmış, insanın ilgi çevreleri esas alınarak konular sunulmaya çalışılmıştır. Bö­lümler hazırlayıcılar tarafından ayrı ayrı kaleme alın­mış, sonra müştereken okunarak, üslub yaklaşımı sağlanmaya gayret edilmiştir.

Kitabta geçen hadislerin metinleri verilmediği gi­bi mealleri de —anlaşılmayı kolaylaştırmak amacıy­la— mefhum olarak verilmiş, hadis kitabı tercüme «diyormuş gibi metne yüzde yüz sadakat yerine mâ­nâya sadık kalınmıştır.

Öte yandan delil olarak verilmiş hadislerin, kay­nak araştırması, (tahrîç) yapıyormuş gibi bütün mu­teber hadis kaynaklarındaki yerini gösterme yoluna da gidilmemiştir. Binaenaleyh Kütübü-sitte'de yer alan bir hadis'e çoğu kez sadece bir kitabdan refe­rans vermekle yetinilmiştir.

Ele aldığımız [konularda, pratik ahlâka ait her şe­yi belirtmiş olmak gibi bir iddia içinde de değiliz. An­cak biz, davranışlar konusunda İslâmî noktadan bir ahlâkilik ölçüsü getirmeye ve bunu günlük yaşantı­nın her safhasında aramak gerektiğini, bunalımlar içinde kıvranan toplumumuza bir tedavi çaresi ola­rak göstermeye çalıştık. Evet, sadece (bu gerçeği ve ihtiyacı vurgulamak istedik...

Yaptığımız; bu sahada tecrübî bir girişimden iba­rettir. Konuya -ait daha detaylı ve doyurucu eserlerin neşredildiğini görmek, bu eserin hazırlayıcılarının en büyük zevki olacaktır.

 

 

İKİNCİ BASKININ ÖNSÖZÜ

Çağımız insanlığının problemlerine bir göz ata­cak olursak bunların büyük kısmının, temelde ahlâk problemleri olduğunu anlamakta güçlük çekmeyiz. İşte bu problemlerden birkaçı:

Bir yanda akıllara durgunluk veren bir zengin­lik ve servet birikimi görülürken, diğer yanda yokluk ve sefalet, sadece ilerlemiş ve geri kalmış toplumlar arasındaki bir zıtlık değil, aynı zamanda birçok ce­miyetlerin bünyevi mes'eieleridir.

Savaşın yer yer sürüp gittiği ve binlerce insanın hayatına mal olduğu şu içinde yaşadığımız yıllarda, dünyada barışm hâkim olduğu söylenemez. Bununla beraber insanlık, tasavvuru bile dehşet veren bir nük­leer savaş tehlikesini düşününce, klasik silahlarla sür­dürülmekte olan savaşları hiç de önemsememekte, her an kapıyı çalması ihtimal dahilinde olan III. Dün­ya Savaşının kaygısını, yüreği titreyerek hissetmek­tedir.

Milletlerin siyasî, iktisadî ve kültürel istiklâlin­den çokça söz edilse bile, hakikatte pek çok devlet­ler, başka milletlerin istiklâline sadist bir iştiha ile göz dikmekte, güçlü olduğu, yolunu yordamım bul­duğu ölçüde, büyük bir pişkinlik, umursamazlık ve cesaretle bu iştihâyı tatmin yoluna gitmektedir.

Misalleri kendi millî bünyemizden de vermemiz mümkündür; İktisadî faaliyetlerdeki yolsuzluklar, kazanma ihtirasının doğurduğu haksızlıklar, siyasî ve idari çalkantılar, hakların ve yetkilerin kötüye kul­lanılması, menfaat çekişmeleri, devlet otoritesinin za­yıflamasını kollayan kaçakçılık, istifçilik, karaborsa­cılık, rüşvetçilik, can ve mal emniyetsizliği, iş haya­tında sorumsuzluk ve bunun doğurduğu üretim ve kalite düşüklüğü, emeksiz-zahmetsiz kazanma sevda­ları, insan hayatının ucuzluğu, insanlara, makam-mansıba ve mal-mülke göre değer verilmesi, yaşlıla­rın horlanması...

Şüphesiz gerek dünya insanlığının meseleleri, gerekse millî mes'elelerimiz bunlardan ibaret değil­dir. Fakat şu söylenenler daiıi günümüz insanlığının ne denli ağır ahlâk buhranları yaşadığını acı bir şe­kilde göstermektedir.

Öyle görülüyor ki insanlık, «Allah'ı dünyamız­dan kovalım!» diye çığlık atan insan kılığındaki şey­tanlara kulak asmanın cezasını çekmektedir. Ve bu lanet olası sese kulak verdiği sürece, kim bilir, daha ne musibetler beklemektedir insanları...

Çatışma ve zıtlaşmayı ortadan kaldırarak uyuş­mak, barışmak ve böylece selâmete ulaşmak mâna­sına gelen İslâm, yeryüzündeki her türlü fitne ve fe­sadın, haksızlığın ve zulmün ortadan kaldırılarak yerine barış, huzur, kardeşlik, hak ve adaletin ikâme edilmesini gaye edinmiş; ahlâk güzelliklerini tamam­lamak için gönderildiğini ifade eden Ulu Peygamber, böylece her türlü kötü duygu, düşünce ve davranış­ların ortadan kaldırılmasının, Dînin aslî ve nihaî ga­yesi olduğunu ortaya koymuştur….

 

 

İSLÂM AHLÂKININ GENEL KARAKTERİ

I — AHLÂK NEDİR?

Şüphesiz, ilmi sahalarda eser yazanların en zor işlerinden biri, o ilmin, o disiplinin tarifini yapmak­tır. Böyle olduğu içindir ki ilim adamları, kendi sa­halarında çok defa daha tariflerde ihtilâfa düşerler. Bu güçlük, «tarif» in tarifinden ileri gelmektedir, di­yebiliriz. Çünkü tarif, «efradını cami, ağyârını mâni olmalıdır.» Buna işaret etmekten maksadımız, ahlâ­kı, bir çırpıda tarif etmenin kolay olmadığı gerçeğini anlatmaktır. Bununla beraber, ahlâk için yine de bir tarif getirmek zorunda olduğumuza göre işe bu keli­menin lügavî mânası ile başlamakta yarar vardır.

Arapça bir kelime olan ahlâk, «hulk» veya «huluk» kelimesinin çoğuludur. «Hulk», Arapçada huy, seciye, tabiat, mizaç, din mânalarına gelmektedir. Buna gö­re ahlâk huylar, seciyeler, tabiatlar... mânalarına ge­lir. Bununla beraber ahlâk, bir terim olarak müfred mânada kullanılagelmiştir.

Ahlâkın, çeşitli ıstılâhî mânaları içinde İslâm âle­minde en beğenileni ve en yaygın olanı, îmam Gaz-zâlî'iün tarifidir ki, Gazzâli'ye kadar yapılmış tarif­lerden çoğunun bir neticesi ve olgunlaşmış şekli olan bu tarif şöyledir:

«Ahlak, insanın mânevi yapısında (nefiste) yer­leşen öyle bir meleke (hey'et)dir ki, davranışlar, hiç­bir fikrî zorlamaya gerek kalmadan bu melekeden rahatlıkla ortaya çıkar.»   (Gazali, İhya, I, 53)

Bu tarif üstünde biraz durmak faydalı olacaktır:

Bu  tarife  göre  ahlâk,  insandan  sâdır  olan fiil ve davranışlar yaygın, ifadesiyle aksiyon  (amel) değil, bu davranışların menşei veya âmili olan, on­ları meydana getiren kompleks bir mânevi kabiliyet (hey'et)tir. Buna göre ahlâki fiiller, ahlâkın kendisi olmayıp, onun bir tezahürü, dışa yansımasıdır.

Ahlâk, sadece iyi huylar ve bunların ortaya çıkardığı davranışlar değildir. Kelimenin asıl mânası ile iyi huylara da, kötü huylara da ahlâk denir. Do­layısıyla, kendisinde iyi meleke ve kabiliyetler geliş­tirmiş insan  «iyi ahlâklı», kötülük yapmaya yöneltici meleke ve kabiliyetler geliştiren insan ise «kötü ahlâklı»dır. Bununla beraber ahlâk, yaygın bir şekil­de iyi huylar ve bu huyların tesiri ile meydana gelen davranışlar için kullanılmış, bu sebeple «iyi ahlâklı» yenine sadece «ahlaklı», «kötü ahlâklı» yerine de «ah­lâksız» tâbirleri kullanılmıştır.

Ahlâk, insanda, gelip geçici bir hal olmayıp, insanın manevî yapısında temerküz eden, yerleşen ve bir meleke halini alan kabiliyetler bütünüdür. Ahlâ­kın bu hususiyeti sebebiyledir ki, İslâm ahlâkçıları, tâbir caizse, kırk yılda bir iyilik yapmanın ahlâklı olmanın bir alâmeti sayılamayacağım ısrarla belirt­mişlerdir. Nitekim Hz, Peygamberin, «Amellerin en hayırlısı —az da olsa— devamlı olanıdır.» (Buhâri, İmam, 32) bu­yurması da bunu göstermektedir.

Ahlâk, insanı, düşünüp taşınmaya gerek duy­madan, iyiliği kolaylıkla ve memnuniyetle yapmaya sevkeder. Ahlâkî bir davranışı gerçekleştirmek du­rumu ile karşı karşıya bulunan bir insan düşünelim : Eğer o, bu işi yapıp yapmamak konusunda, ahlâk ba­kımından haklı ve yerinde olmayan bir sebeple tereddüt ediyor, uzun uzun düşünüyorsa, sonunda o işi yapmaya karar verse bile, bu insanda ahlâk henüz yeterince gelişip, olgunlaşmamıştır. Şu halde ahlâkın gelişip güçlenmesinde «itiyad»ın, ihmal edilemez bir önemi vardır. Bu sebeple İslâm ahlâkçıları «ahlâkî eğitim»e büyük bir ehemmiyet atfetmişlerdir. Çün­kü itiyad, ancak eğitimle kazanılır. Burada «eğitim» den maksadımız, ahlâkın nazari bilgilerini edinmek yanımda», bundan da önemli olarak, kişinin nefsânî isteklere karşı koymak suretiyle kendi kendini iyilik yapmaya zorlaması, işin başında kendisine zor gelen «iyilik yapma »ya kendisini alıştırması, bu konuda iti­yad kesbetmesidir; tâ ki, ruhunda iyilik yapma irâ­desi gelişip güçlenebilsin. Bu faaliyete «insanın, ken­dini ahlâkî eğitime tâbi tutması» diyebiliriz.

 

II- İSLAM AHLAKININ KAYNAĞI

İslâm ahlâkı, ne İslâm ilim ve fikir adamlarının, hatta ne de Hz. Peygamber'in bizzat kendi düşünce­sinin bir mahsûlü olmayıp esas itibariyle «vahy»e da­yanır. Kur'ân-ı Kerim'in, Hz. Peygamber'i müslümanlara ahlâk örneği göstermesinin sebebi, onun ahlâkı­nın «Kur'an ahlâkı» olmasından ileri gelmektedir. Ni­tekim, Hz. Peygamber'in, Kur'ân'm umumî ölçüleri­ne ve prensiplerine uymayan —ender de oîsâ—, bazı tutumları olmuş ve bu tutumlar, kesin bir surette vahiy yoluyla tashih edilmiştir. (Msl. Abese, 80, 1/10) îşte Hz. Peygam­ber'in tutum ve davranışlarının daima vahy;n kont­rolünde olması sebebiyledir ki, Kur'an'm yanında Sün­net de îslâm ahlâkının ikinci temel kaıynağını teşkil etmektedir. Kur'ân-ı Kerîm, Resûlullah (s.a.)'m yük­sek bir ahlâka sahip olduğunu belirtmiş, (Kalem, 68/4) onu «gü­zel ahlâk örneği» olarak göstermiş, (Ahzâb, 33/21) Hz. Âışe (r.a.)' den nakledilen bir hadiste Resûlullah (s.a.)'m ahlâkı­nın «Kur'an ahlakı» olduğu ifade edilmiş, (Müslim, Salâtu'l-musâfirîn,  130) kendisi de «ahlâkî güzellikleri tamamlamak için gönderildi­ğini» tasrih etmiştir, (Muvatta', Husnu'1-hulk,  21) Bütün bu ve benzeri delil­ler, Sünnet'in Kur'an'dan sonra İslâm ahlâkının ikin­ci kaynağım teşkil ettiğim açıklıkla göstermektedir.

Bu iki temel kaynağa ilâveten ve bunların pren­siplerine ve umumî esprilerine aykırı olmamak kay­dıyla İslâm büyüklerinin, ilim ve fikir adamlarının yaşayışları ve eserleri de, müslümanlar tarafından İslâm ahlakına kaynak kabul edilegelmiştir.

Yukarıda işaret edilen noktalardan, İslâm ahlâ­kının tamamıyla nakle dayandığı ve akla ilgisiz kal­dığı, insan düşüncesinin îslâm ahlâkında yeri ve öne­mi olmadığı gibi yanlış bir netice çıkarmamak gerektiğine bilhassa işaret etmek isteriz. Aksine, dînin umumi ölçülerine ve prensiplerine uygun düşmesi, din.n belirlemiş olduğu hükümler© aykırı olmaması, ya da en azından, sarih bir dîn delil ile aksine hüküm bulunmadıkça insan aklının düşünüp ortaya koydu­ğu hükümlerin İslâm'da elbette kıymeti vardır. Ah­lâktan daha ziyâde hormel olan ve dolayısıyla nassın daha çok hâkim olması tabii olan fıikuhta dahi içtihadın ne kadar önemli, müctehidin fikirlerinin ne kadar saygı değer olduğunu biliyoruz.

 

III- İSLÂM'DA AHLÂKIN GAYESİ

İslâm'da ahlâkın, bir tek gaye değil, bir gayeler hiyerarşisinin bulunduğunu belirtmek daha doğru olacaktır. Bu hiyerarşinin en altında kişinin şahsî menfaati gelir. İçki, kumar, zina gibi insan bedenine zarar veren tutum ve davranışların ahlâiî bakım­dan kötü kabul edilmesinin bir gayesinin de insanın bedeni varlığını korumak olduğu inkâr edilemez. Ay­nı şekilde kişinin ruh sağlığım ve dengesini korumak, onu ruhen incitmek ve geliştirmek de ahlâkî fiille­rin bir başka gayesidir.

Hiyerarşinin ikinci kademesinde ise sosyal gaye­ler vardır. Ne kadar ferdî gibi görünürse görünsün, her ahlâkî hareketin mutlaka toplumu ilgilendiren bir yönü vardır; iyi hareketler, toplum dengesine, hu­zur, refah ve saadetine katkıda bulunduğu gibi, kö­tü hareketler de içtimaî dengeden, huzur ve saadet­ten az çok bir şeyler alıp götürür. Bu yüzden, gerek Kur'ân-ı Kerîm'de, gerekse Hz. Peygamber'in hadisle­rinde, ahlâkî mükellefiyetlerin ve genel olarak dînî mükellefiyetlerin mühim bir maksadının içtimaî saa­deti gerçekleştirmek olduğu, en açık bir surette ken­dini göstermektedir.

İslâm'da ahlakın gayesini, dünyevî faydalarla sı­nırlamak mümkün değildir. Zaten bu dünyâda iyi ve­ya kötü her hareket hak ettiği gayeye ulaşamayabilir. Bu yüzden İslâm'da, ahlâkın gayeler hiyerarşisi­nin üçüncü kademesinde uhrevî saadet yer alır. İs­lâm, iyilikler yapanlara cennetler va'deder; kötülük yapanları cehennemle tehdid eder. Esasen uihretvî ha-yatm, bizce malûm, olabilen en mühim mânası, onun bir adalet günü, yâni iyiler için saadet, kötüler için de bedbahtlık günü olmasıdır.

İslâm'da ahlâki faaliyetlerin en yüksek gayesi ise «Allah Rızası»dır. Kur'ân-ı Kerîm'in, her şeyin üstün­de ve her şeyden üstün olduğunu belirttiği «Allah rı­zâsı», (Enbiyâ, 21) iyiler için bu dünyada hissedilemez değil­dir. Allah'a inanan ve iyilikler yapan insan, Allah'ın rızâsını kazanmış olmanın hazzını ruhunun derinlik­lerinde duyabilir; onun başka hiçbir hazza benzeme­diğini, hepsinden daha güzel olduğunu farkedebilir. Bununla beraber insan, Allah rızâsının verdiği do­yumsuz saadeti, mümkün olabilen en mükemmel şek­liyle âhirette tadacaktır.

.................

 

Eserin tamamı 368 sayfadır. İçindekiler hariç, ilk 22 sayfa yukarıda verilmiştir.

 

 

Benzer Konular

ÇAĞIMIZIN AHLAK BUNALIMI VE ÇÖZÜM ARAYIŞLARI

24-26 Nisan 2009 / İstanbul Topkapı-Eresin Hotel'de İslami İlimler Araştırma Vakfı tarafından gerçekleştirilen Çağımızın Ahlâk Bunalımı ve Çözüm Arayışları konulu Milletlerarası Tartışmalı İlmî Toplantı açılış konuşmasının Türkçe ve İngilizce metinlerinin tamamı için TIKLAYLINIZ.

HARAM KAZANÇ

Deriz ki, haram mal veya haramlardan gelen bir kazançla kurban kesilir. Zira kurban bir hayırdır, bir sadakadır. Bu konuda genel kaide, haram yerden elde edilen mal vs. mümkünse sahibine iade edilir. Şayet sahibi bilinmiyorsa sadaka olarak verilir. Devlete intikal ederse o da sadaka sayılır. Zira devlet amme hizmeti görmektedir. Haram karışan veya haram şüphesi taşıyan mallardan şüphe edilen miktarın hayra verilmesiyle o mal temizlenmiş olur. Verilmemiş zekâtlar da ana sermaye içinde haram mal gibidir. Zira zekât miktarı kadar mal başkasına aittir.

İBADET ve MÜESSESE OLARAK ZEKAT

Giriş, Zekat ve sadakanın manası, fakirlik problemi, zekatın tarihçesi, zekatın dindeki yeri, müessese olarak zekat, Zekat mükellefleri, zekata tabi mallar, zekatı farz olan malın şartları, Zekata tabi mallar, Zekatın sarf yerleri ve teslim usulü, Zekatın toplanması ve dağıtımı Fert ve cemiyet hayatında zekatın yeri ve önemi, Fıtır sadakası ve zekatın dışındaki mali mükellefiyetler bu eserde ele alınmıştır.