İLK ÖĞRETİMİN SEKİZ YILA ÇIKARILMASI VE MESLEKİ OKULLAR

31 Temmuz 2006

İLK  ÖĞRETİMİN SEKİZ YILA ÇIKARILMASI VE MESLEKİ OKULLAR

 

 

Eğitim ve öğretim devamlı değişen bir olgudur. Doğrusu dünyada en çok değişikliğe uğrayan konulardan birisi eğitimdir. Sebebi ise, insan hayatındaki maddî ve manevî değişmelerdir. Rejimler değişir, şartlar değişir; bunlara bağlı olarak eğitim sistemi de değişir. Bu değişmeler kaçınılmazdır. Nitekim bizim tarihimizde de buna benzer değişmeler vaki olmuştur. Burada önemli olan değişme­ler değil, bu değişmelerin yaşadığımız asırda bizim ihtiyacımıza, kendi kültürümüze, örf ve âdetimize ve inancımıza uygun bir şekilde yapılmasıdır.

Değişmeler bazen milletin aleyhine olabilir...milleti geriye götürebilir, felakete sürükleyebilir. Hatta istiklâlini yok edecek ölçülere bile varabilir. Buna örnekler de vardır. Meselâ, komünist ülkeler... Bütün eğitim sistemlerini değiştirmişlerdir. Çünkü bir ideoloji getiriyor ve bu ideolojiyi gençlere aşı­lamak istiyor. Ve bunun öğretilmesini, yerleşmesini, tatbik edilmesini istiyor, gelecek nesilleri kendi arzu ettiği inanç ve düşüncede yetiştirebilmek için birinci derecede eğitim sistemini değiştiriyor... Fakat neticede bu, birçok çöküntülere sebep oluyor. Zaman kaybına sebep oluyor. Onun için, eğitimdeki değişmeler akılcı olarak, memleket, millet menfaatini gözeterek yapılmalı ve özellikle bir ideolojiye bağımlı olarak yapılmamalıdır. Çünkü belli bir ideolojiye bağlılık baskıyı gerektirir. Baskı yolu eğitimde yanlış bir yoldur. Çünkü öğrenme aslında baskı değil hürriyet ile gerçekleş ir. Çünkü insan bir şeyi kavraya­bilmek için serbestçe düşünebilmeli, kendi kendine meseleyi tartabilmeli, ölçüp biçebilmelidir. Yoksa onu kavraması mümkün değildir.

Burada yeri gelmişken söylemek gerekir ki devlet, millilik ve adalet üzerine kurulmalı ve bu ilkelere göre hareket etmelidir. Şayet devlet herhangi bir ideolojiyi benimserse kendi milleti için bir zulüm makinesi haline gelir; zira dünyanın hiç bir yerinde hiç bir toplumun aynı dinî inancı, aynı düşünceleri ve aynı ahlâkî davranışları göstermesi ne mümkündür ne de matlubtur. İşte adalet ve hürriyet, din ve vicdan hürriyeti ile teşebbüs hürriyeti bunun için gereklidir. Maalesef Türkiye'de devlet, inkılâpçılık, lâiklik gibi ideolojileri benimsediği için devamlı olarak idarî ve fikrî kargaşa içinde bu­lunmaktadır. İdeoloji devletinin bariz özelliği, idare ettiği kendi milletine itimat etmemesi, kendi vatandaşlarından devamlı korkması, vatandaşına değer vermemesidir. Bunun sebebi ise, yaymak ve yerleştirmek istediği ideoloji uğrunda insanlara baskı yapmasıdır. İdeolojik eğitim ve öğretim diğer yönden okumuş kesimle halk arasında bir uçurumu meydana getirir. Türkiye'de bu görülmüştür.

Bu itibarla, eğitim sistemini ideolojilere göre değiştirmek son derece yanlış ve zararlıdır. Nitekim Türkiye'de bu yapılmıştır; Cumhuriyet devrinde ilkecilik, inkılâpçılık ve laiklik gibi düşüncelerle eğitim sistemi değiştirilmiş, gençler bu istikamete yöneltilmek istenmiştir. Neticede vatandaşlar, bizzat devlet eliyle kamplara bölünmüştür. Dolayısıyla, İlk okulları sekiz seneye çıkarma meselesi eğer bir ideoloji için yapılıyorsa ve çocukların bu ideolojiyi benimsemesi için bu değişiklik düşünülüyorsa bundan bir fayda gelmez, bu yanlış bir yoldur. Çünkü meşhur bir atasözünde "Yanlış hesap Bağdat'tan döner" demişler. Nitekim komünist Rusya yetmiş sene gitti; demek Bağdat'a vardı ki geri döndü. Dolayısıyla yanlış iş yapmamak lazımdır.

Burada İlk okulların sekiz seneye çıkarılması gerçekten ilmî açıdan insanları daha iyi yetiştirmek açısından ele alınıyorsa tamam, buna bir diyeceğimiz yok; ama bir takım meslek okullarını, başta İmam-Hatip Okulları, olmak üzere resmî ideolojiye uydurmak gayesiyle yapılıyorsa işte bu yanlıştır.0 sizin silmek istediğiniz düşünce, okul dışında yaşar; vermek istediğiniz düşünce de sözde ve resmiyette kalır. Neticede sadece halk arasında iki yüzlülük artar. Bu ise bir fitnedir. Sen okulda çocuğa bir şey öğretirsin, o başka yerde tersini öğrenir ki bu durumda çatışma olur. Nitekim bugün bu çatışmalar birçok ülkede mevcuttur ve bu da yanlış eğitim sistemi yüzündendir...

Eğitim aslında serbest olmalıdır; aklî olmalıdır. İnsanın gelişmesi için ihtiyaç duyulan konularda insan zihninin bilgisinin artması için hangi konulara ihtiyaç varsa eğitim bu konularda yapılmalıdır ve bunu sekiz sene mi ya­pacaksın, altı sene mi yapacaksın, dünya böyle yapıyor biz de böyle yapalım dü­şüncesi ile gitmemeli; her memleketin kendine göre, özel şartları vardır. Bugün eğitimcilerimiz bir noktada da hata ediyor: Bizden elli sene ileride olan memleketlerin ortaya koyduğu sistemleri hemen alıp tatbik etmek istiyorlar. Bu, kundaktaki çocuğa kebap yedirmek gibi bir şeydir. Olur mu böyle şey? Sen, kendi seviyene bakacaksın... Onlardan sana uygun olanlarını alıp tatbik edeceksin veya kendin geliştireceksin. Yoksa başkasının yaptığı eğitimi aynen alıp tatbik etmek aynı sonuçları vermez. Bunu üniversitelerde yaptılar. Yüksek Öğretim Kurumu sistemi ile kurdukları üniversite düzeninde Amerika'daki sistemi alıp tatbik etmek istediler; fakat fiyasko ile neticelendi. Ne istifade etti üniversiteler bu sistemden? Sadece lâfta kalan, gerçeklere dayanmayan beyanlarla işte şu kadar öğretim üyemiz arttı, işte şu kadar okul açtık ve şu kadar talebe aldık gibi. Hâlbuki bu aradaki nüfus artışını hesaba katmıyorlar. Geçen seneler de hesaba katılmıyor. Her şey gelişecek, güçlenecek, yerinde sayacak değil ya! Böyle bir takım kandırma şeylerle milleti uyutup duruyorlar. Çünkü bizim Türkiye'deki seviyemiz, hem teknoloji hem de örf ve âdet ile inanç bakımından Amerika'daki sistemi tatbik etmeye müsait değil. Şimdi sormak lazım; Bırakın ilerlemeyi acaba YÖK sistemiyle üniversiteler, Türkiye’deki on senelik nüfus artışına ayak uydurabildi mi?

Bu bakımdan İlk okulların sekiz seneye çıkarılması yerine altı sene veya yedi sene gibi bir sisteme gidilebilir. Diğer yönden bizde, İlk okula başlama yaşı yedidir. Bunu, beş'e indirebiliriz. Beş’e indirmek suretiyle yine eğitim sekiz sene olur; ama okulu bitirme yası on üç olur. İlkokul öncesi eğitime ilave ile yani beş seneye iki veya üç yıl daha ekleyerek yine sekiz yıl tamamlanır. Ondan sonra normal İlkokullar, liseler devam eder. Bu da bir yoldur. Eğitim sisteminde, temelde bazı değişiklikler yapmak suretiyle, sekiz senede verilen eğitimim altı senede verilmesi de mümkündür.

Meselâ: memleketimizde vaktiyle haftada altı gün eğitim yapıyorduk; şimdi beş gün yapılıyor. Bu bir günün kaybı bir seneye tekabül eder. Ayrıca, ülkemizde tatiller çok fazladır. Onu da biraz azalttığınız zaman bir seneye de o tekabül eder. Biraz da sıkı bir eğitim yaptığınız zaman pek ala bunu beş seneye veya altı seneye sığdırmak mümkündür. Bu bakımdan, sekiz seneye çıkarma meselesinde ilgililere tavsiyemiz, lütfen akıllarını, mantıklarını kullanmalarıdır; memleketin gerçeklerini göz ardı etmemeleridir. Bugün Türkiye'de eğer halk devreye girip de devlete okul yaptırmasa, şu anda okullarda okuyan çocukların % 30'zu, % 40’ı dışarıda kalır. Devletin binası yoktur, gücü de yoktur, yapamaz da. Gerçek bu iken, sen mecburi eğitimi sekiz seneye çıkardığın zaman bunu ne ile idare edeceksin? Köylerde, kasabalarda hep çifte standart kullanacaksın. Şehirde oturan zengin insanlar bundan istifade edecek, fakir-fukara gene ortada kalacak. Sonra Türkiye'de şu gerçek vardır: Çocuk,12-13 yaşından sonra çalışmak zorundadır, bir çok ailelerde... Bunu nasıl önleyeceksin? Bu gibi hususlar dikkate alınırsa şartlar bu işi yapmadan önce kamuoyunda bir tartışma açılmalı ve bu tartışma neticesinde bu memleketin şartları neyi gerektiriyorsa onu yapmalıdır.

Eğer biz, birçok Batı ülkeleri eğitimi sekiz seneye çıkarmış, biz de çıkarmaz isek hâlimiz nice olur düşüncesinde isek bu, son derece yanlıştır. Çünkü Batı ülkelerine sen hangi noktada ulaştın da buna da ulaşmak istiyorsun. Yani, sağlam tahtaya ayak basacağına çürük tahtaya ayak basıyorsun, ayağın kayıyor. Bu hep böyle olmuştur.

Osmanlı Batı medeniyetini, Batı tekniğini alacağım diye yola çıkmış, alamamıştır. Çünkü yanlış yoldan gitmiştir ve şimdi de yanlış yoldan gitmeye devam ediyoruz.

Dünyanın her tarafında eğitim sistemi farklıdır. Batı ülkelerinde de farklıdır. İngiltere'deki eğitim sistemi ile Fransa'daki eğitim sistemi aynı değildir, Seninki niye aynı olsun? Sen de kendi şartlarına göre ayarlarsın. Önemli olan çocuğa bilgi vermek, bir şeyler öğretmek, bilgi ve beceri kazandırabilmektir. İkincisi, İlk okullar sekiz seneye çıkarıldığı takdirde, İmam-Hatip Okullarının muhafazası mümkündür. Eğer bunlar hüsn-i niyet sahibi iseler. Kötü niyetli değillerse, gerçekten memlekette var olan bir takım iddialara göre din düşmanı, tarih düşmanı değillerse, o zaman gayet basit. İmam-Hatip Okullarının bugünkü programını uygulamaktır. Sen bu programı iki senede uygularsın, üç senede uygularsın, beş senede uygularsın, o kadar önemli değil„

Yine önemli olan bir başka husus, bir insana öğrenmesi gereken, bilmesi gereken bilgiyi vermektir. Bunu istersen iki senede ver, istersen üç senede ver; bu görevi yapmışsın demektir. Pekâlâ, bu, programa konabilir. Belli bir seneden sonra, İmam-Hatip Liselerini tercih edeceklere 5.sınıftan, altıncı sınıftan itibaren ilâve dersler konmak suretiyle çocuklar o tarafa hazırlanabilir. İmam-Hatip gibi özelliği olan diğer meslek okulları için de aynı şey düşünülebilir. Ayrıca yedi yaşı aşağıya indirmek suretiyle temel eğitim yaşını biraz aşağıya indirmek mümkündür. İlmî çalışmalara göre çocuklar dört yaşından itibaren öğrenmeye hazırdır. Hele beş yaşında tamamen hazırdır. Elbette hazır olmayan da bulunabilir; ama çocukların çoğunluğu hazırdır. Yedi yaş zaten geç bir yaştır.

İlkokuldan sonra kız ve erkek öğrencilerin yani on iki yaşından sonra kız ve erkek öğrencilerin ayrı okullarda okuması, pedagojik, psikolojik ve ahlâk açısından ve çocukların lehine olmak üzere daha doğrudur.0 yaştaki çocukları biraz olsun karşı cinse ilgi duymalıdır; ilgi duymak da uzak olmakla mümkün olur. Bugün zaten dünyanın pek çok ileri ülkelerinde kız-erkek karışık okullar vardır, ayrı okullar da vardır; ama, ayrı okulların sayısı karışıklara göre daha fazladır ve bu konu da devamlı münakaşa edilmektedir.Yani bugün eğitimciler, on iki yaşından sonra kız ve erkek çocukların bir arada veya ayrı ayrı okuması hususunda ittifak etmiş değillerdir.0 zaman bize düşen,kendi örf ve âdetlerimizdir.Başkalarının düşüncesi yaptığı değil,bize uygun olanı seçmektir;bize uygun olanı da,kız çocukları ile erkeklerin Ortaokul ve Lise gibi mekteblerde ayrı ayrı okumaları daha doğrudur.Üniversitede beraber olacaklardır;üniversitede ayrı olmaları gerekmez.

Yatılıya gelince, devlet tarafından yatılı okullar yararlı değil zararlıdır. Çünkü, devlet tam kontrolü yapamamakta, tam ilgi gösterememektedir Nitekim daha önce yatılı okul sayısı -yüksek okullar da dahil- çok fazla idi. Polis okulları, askerî okullar, yani özelliği olan okullar hariç, sırf sekiz senelik temel eğitimi yapabilmek için yatılı okul açmak fecaat olur. Bir takım olaylara sebep olacaktır ve buna gerek de yoktur bana göre. Bu bakımdan, bunun masrafını devlet karşılayacaksa devlete,veli karşılayacaksa veliye büyük bir yük getirecektir. Buna gerek yoktur ve yanlıştır. Devlet Türkiye'de neyi tam olarak organize etmiştir ki, bunu da etsin. Bugün devlet okullarıyla özel liseleri karşılaştırınız, sonuç meydanda.Devlet okullarında okul aile birliğinin desteği olmasa,bu okullarda eğitim-öğretim yapılamaz, durum ortada... O halde temel eğitimi yatılı yapmak akıl kârı değildir. Bırakın, halk çocuğunu istediği gibi eğitsin; devlet sadece yardımcı olsun.

***

 

 

Benzer Konular

TÜRKİYE’DE SÜRÜP GİDEN İDEOLOJİK TARTIŞMALAR

Türkiye’de Demokrasi, Cumhuriyet, Laiklik ve Atatürkçülük üzerinde yapılan tartışmalar aslında “karaltıya taş atmak” veya “olmayan bir şeyi hayal ederek var sanmak” gibi oldukça gülünç ve hatta ilkel bir davranış biçimidir. Bir başka ifade ile “Belli bir inancı veya hayat anlayışını benimseyip, herkesin kendisi gibi düşünüp yaşamasını istemektir” ki her iki davranış biçimi hem zararlıdır ve hem de özellikle yaşadığımız asrın demokrasi, insan hakları, din ve vicdan hürriyeti gibi ana prensiplerine aykırıdır. Fakat ne yazık ki bunlar 21. Yüzyıl Türkiye’sinde fiilen yaşanmaktadır.

ZEKÂT KİMLERE VERİLEBİLİR?

ZEKÂT NERELERE VERİLEBİLİR? Zekâtın nerelere verileceği Tevbe Sûresi’nin 60. ayetinde şöyle anlatılır: Zekâtlar Allah’ın emrettiği bir farz olarak; 1. Yoksullara, 2. Düşkünlere, 3. Zekât toplayan memurlara, 4. Gönülleri İslâm’a ısındırılması düşünülen kimselere, 5. Esirlik ve kölelikten kurtulmak isteyen esirlere ve kölelere, 6. Borcuna karşılık malı olmayan borçlulara, 7. Allah yolunda çalışanlara(cihd edenlere), 8. Parasız kalmış yolculara verilir.

KUR’AN’IN MUHTEVASI

Kur’ân, tüm kâinattan bahseder. Bu itibarla Kur’ân’ın mevzuuna göre tarifi şöyledir: Kur’ân, kâinatın geçmişini, şimdiki halini ve geleceğini anlatan bir kitaptır.