BULGARISTAN MESELESİ

31 Temmuz 2006

BULGARISTAN MESELESİ

 

 Ali ÖZEK ve Sabri AKDENİZ

 

 

 

Osmanlı Devleti Batılılar karşısında yenilgiye uğrayıp gerilemeye başladığı günden beri Türkiye'ye bir dışarıdan göç,"evlâd-ı fatihan" in geriye dönüşü sorunu var olagelmiştir. Bu da ikiyüzelli yıldan beri bu mesele ile sürekli karşı karşıya bulunmuşuz, demektir. Ne var ki, bugüne değin bu meselemize bir çözüm getirdiğimiz söylenemez. Bizce bunun, biri yurt dışında kalan kardeşlerimizin, öteki kendi hükümetlerimizle yurt içinde vatandaşlarımızın yani aydın ve yöneticilerimizin sağlıklı olmayan yaklaşım ve davranışlarından kaynaklanan iki sebebi vardır:

1. Vatandan koparılmış olan toprak ve ülkelerde kalan soydaş ve dindaşlarımız eskiden yöneticisi oldukları ülkelerde şimdiki efendileri durumuna geçmiş olan milletler karşısındaki eziklik duygusunu yenemiyor ve oralarda başarılı bir var olma savaşı veremiyorlar. Pek çoğuna, kaçıp Türkiye'ye sığınmak daha kolay geliyor. Doğrusu bu kaçış hemen hemen gelenekleşmiş durumdadır. Zaten pek çoğu, bir toprak parçası yurttan kopar kopmaz, kitleler halinde devletimizin sınırları içine göç ediyorlar.0 topraklarını, ülkenin yurttaşları olarak kendilerinin de toprakları olduğunu unutuyorlar. Kendilerini umutsuzluğa bırakıyorlar. 93 harbinde evlerini, barakalarını bırakarak onbinleri bir arada sefîl, perişan alay alay Osmanlı Devleti'nin sınırları içine göç edenler, Bulgaristan'da Türk'ler için ilk büyük zaaf etkeni oldu. Bu durum bir yandan yurt dışında kalmış olan cemaatin zayıflamasına yol açarak zulmü de kolaylaştırırken öte yandan yeni efendilerin rahatsız oldukları bu eski efendileri sürüp atmak özlemini kamçılıyor, cesaretini de artırıyor. Üstelik Müslüman Türk’lere, yurttaş ve insan olarak, Hıristiyan Bulgar'la eşit muamele yapmak zorunda olduklarını kolayca unutuyorlar.

2. Gerek Osmanlılar zamanında gerekse Türkiye Cumhuriyeti döneminde yöneticilerimiz de milletimiz de bu meseleye akıl yolundan, sağlıklı siyaset yönünden yaklaşmayı denememiş, her zaman yiğitlik, kahramanlık gösterisini, duygulanmayı, âlicenaplık, yüksek kalplilik gösterilerini tercih edegelmiştir. Belki de bu tür davranışın aksi soydaşlarımıza, dindaşlarımıza karşı ilgisizlik, sevgisizlik, anlayışsızlık gibi yorumlanmaktadır. Her halde, özellikle böyle durumlarda sevgi ve ilginin çok sağlıklı olması gerekir; yoksa yarar yerine zarar getirebilir. Lozan dan sonra Türkiye'nin Kıbrıs Konsolosu'nun köy köy gezerek Türk'leri anavatana, Türkiye'ye göçe teşvik ettiğini, hatta isteksiz davrananları vatan sevgisinden yoksunlukla suçladıklarını biz çocukken büyüklerimiz anlatmaktaydı. Böyle bir konsolosun, bu şekilde gafilce davranışının verdiği zararlar sonradan anlaşılmıştır. % 80'ni Türk olan Kıbrıs'ta bugün Türk'ler % 20'ye düşmüştür; onun için ekseriyet ekalliyeti ezmek istiyor.

Toprağa sahip olmanın en önemli şartlarından biri nüfustur. Kıbrıs görüşmelerinde Türk tarafına Rumların yeniden iskânının istenmesinin sebebi de budur. Bulgaristan'ın oradaki soydaşlarımıza son yıllarda yaptıkları zulüm karşısında hükümetimizin tutum ve davranışı da, anlatmaya çalıştığım bu geleneksel davranışı tekrardan pek öteye gidememiştir. Tutum daha baştan sakattı. Bir kez Aysel'in, özellikle Naim Süleymanoğlu'nun Türkiye'ye gelişi ile ilgili olarak yapılanlar Türkiye Cumhuriyeti'ni bol para vererek bir yabancı ülkeden, Bulgaristan'dan seçkin insan, soydaş kaçıran bir devlet durumuna düşürdü. Oysa Süleymanoğlu'nun gelişini yalnızca zulümden kaçmak zorunda kalan bir soydaşımızı kabul etmek zorunda kaldık, şeklinde yorumlamak ve öyle davranmak gerekir di.

Başbakan Özal'ın ikinci büyük hatası da "soydaşlarımıza kapılarımız açıktır, bıraksınlar, hepsi gelsinler" yollu beyanatta bulunmuş olmasıdır. Son günlerdeki bildirileriyle iki muhalefet partisinin genel başkanları, Demirel ile İnönü de bu yanlışı destekledi. Onlar da geleneksel davranışı tekrarlamış oldu. Oysa bu tür yaklaşım ve davranış, temelde zulmü teşvik ile zulme katılmaktır. Çünkü insanlar durup dururken yerlerinden, yurtlarından ediliyor. Köklerinden sökülüyor. Bütün hayat, yaşayış düzenleri bozuluyor. Açıkçası, sürgün ediliyor ve gidin her şeye yeniden başlayın, çekebildiğiniz kadar ıstırap çekin diye zorlanıyor. Bu zulmün karşısında "kapılarımız soydaşlarımıza, dindaşlarımıza açıktır. Yollayın gelsinler" demek, bütün bunları yapabilirsiniz, yapınız bizce bir sakıncası yoktur. Bize yiğitlik, cömertlik, soydaşlarımıza sevgi ve bağlılığımızı gösterme vesilesi olur', demeye gelir. Peki, 1950'lerde yapıldığı gibi, Bulgarlar'ın yüzîhinleri ister don-gömlek isterse varlıklarıyla (bir şeyleri varsa) sürüp Bulgaristan'dan çıkardıklarını düşününüz... Durum ne olacak? Kaldı ki, bizce, Bulgaristan'da zulme uğrayan; oradan sürülüp atılan ya da kaçmak zorunda bırakılan yurttaşlarımıza bağlılık, sevgi ve ilgimizi göstermenin, isbat etmenin sağlıklı, doğru yolu, bu tür yiğitlikler, onları hemen alıp yurda getirmek, yerleştirmek değil, tersine, onları Avrupa ülkelerinde bırakmaktır.

Bugüne değin yanlışlıklar yapıldı, yurda getirilenler getirildi; ama, hiç olmazsa bundan böyle tutum değiştirebiliriz. Bizce en doğru yol, Batı'daki soydaşlarımızla ilgi kurup, Bulgaristan'dan bundan sonra sürülenlerin oralara, Avusturya, Almanya, Fransa vb. Batı Avrupa ülkelerine sığınmalarını, oralarda kalmalarını sağlamanın yolunu bulmaktır. Böylece onlar da meselenin içine çekilmiş olacaktır. İşte böylece soydaşlarımızı Batı'ya kaçıp sığınmaya teşvik etmeliyiz ki onlar da bunun tadını tatsınlar; zira, Avrupalı bencildir; bu meseleye başka türlü ilgi duymaz; sözünü etmeye çok meraklı olduğu insanlığı(!) göstermeye başka türlü yanaşmaz.

Bakınız Irak'ta isyan eden "Kırkbin Irak vatandaşı savaşçıyı "insanlık" diye sırtımıza yüklediler (biz de gaflete gelerek, durup düşünmeden yüklendik); şimdi dışarıdan keyifle seyrediyor; hiç bir yardımda bulunmadıkları yetmiyormuş gibi, ikide bir teftişe geliyorlar. Ardından, dışarıdan tatsız-tuzsuz gazeller okumaktan da geri durmuyorlar.

Şimdi Bulgaristan'dan, üstelik isyan etme, devlet kurma vb. bir harekette de bulunmadan, uysal, yasalara saygılı yurttaşlar olarak kuzu kuzu yaşarken, zulme uğrayan, yerinden-yurdundan sürülen, kaçmaya mecbur edilen bu insanların, en azından Batı'ya sorumluluğunu (dillerinden düşürmedikleri insanlık duygularına inanıyorsa) hissettirecek, bu acıyı tattıracak sayılarda ve yeterince uzun süre, oralarda mülteci olarak kalmalarını istemeliyiz ki, meselenin üstünde durup düşünmeye mecbur olsunlar. Böylece belki gerek bizim gerekse Bulgaristan'daki soydaşlarımızın durumunu biraz anlayabilir ve kendilerine düşen insanlık görevini de yapmak yerine getirmek isteğini duyarlar. Bu zulmün açıkça devam ettiği günlerde yapılan Nato ve insan hakları toplantılarında Bulgaristan'ı kınamak bile istememeleri Hıristiyan Batı'nın bize karşı tutumunu açıkça ortaya koymaktadır.

Bu konuda önemli bir hususa işaret etmekte fayda vardır. Bilinmelidir ki, Hıristiyan Batı'daki haçlı zihniyeti hâlâ devam etmektedir. İspanya sekiz yüz sene bir İslâm ülkesi idi. Hıristiyanlar orayı alınca bir tek Müslüman bırakmamak üzere bütün Müslümanları kestiler, yok ettiler. Malta ve Sicilya adaları da Müslümanlar tarafından fethedilmiş ve asırlarsa Müslümanlara yurt olmuştu. Bugün oralarda da Müslümanlara rastlayamazsınız.

Ege'deki On iki ada özellikle Girit ve Rodos, asırlarca birer İslâm beldesi idiler. Bugün oralarda da Müslüman bulamazsınız. Bugün Kıbrıs'ta devam eden durumun sebebi de aynıdır. Orayı da Müslüman Türk'lerden temizlemek istiyorlar. Yine Lübnan'daki iç savaşın sebebi de aynıdır. İşte Balkanları görüyorsunuz. Bulgaristan'da da durum aynıdır. Bulgarlar Hıristiyan’dır. Batı onları tutar.  Gaye, Bulgaristan ı Türk'1erden ve Müslümanlardan temizlemektir.

O halde uykudan uyanalım, intibaha gelelim. Körü körüne batıcılıktan, Batılı olmak özentisinden vazgeçelim. Allah'ın bizi yarattığı gibi Türk ve Müslüman olmaya devam edelim. Göçlerin durdurulması gerektiğini, eğer engellemezsek yarın Anadolu için aynı durumla karşılaşacağımızı unutmayalım. 6.6.1989

 

AYDINLAR OCAĞI’NIN BULGARİSTAN TÜRKLERİNİN DURUMU HAKKINDA AÇIKLAMASI

 

- Göç Asıl Çözüm Değil.

- Topraklarından Çıkarılanların Hakları Devam Ediyor.

Bulgaristan Hükümetinin, bu devletin vatandaşları olan Müslüman Türk soydaşlarımıza karşı uyguladığı, onları din ve kültürlerini değiştirmeye zorlamaktan hapishanelere doldurmaya, kendi topraklarından söküp atmaktan katletmeye kadar varan zulüm ve vahşet politikası, aynı zamanda kendi siyasî başarısızlık ve iflâsının acı bir göstergesi olmuştur.

Vatandaşlarım mutlu yapma hedefini kaybetmiş bir rejim onlara zulmetme, silâh ve şiddet kullanma gibi insanlık dışı bir yolu seçmiştir. Başta Macaristan, Sovyet Rusya ve Polonya gibi doğu Avrupa ülkelerinin demokrasi ve insan haklarına doğru olumlu adımlar attığı bir zamanda Bulgar Hükümetimin seçtiği bu karanlık yol bütün insanlığın nefretini çekmektedir. Bu ülkelerde esen demokrasi rüzgârının Bulgaristan'a ulaşmadan önce Bulgar Hükümeti topraklarındaki Müslüman Türk varlığını yok etmek politikası gütmektedir.

Bulgaristan Hükümeti'nin Türklere karşı uyguladığı metodlar bir devlete değil ve fakat komitacılara has zulüm örnekleridir. Bu vahşeti öğrenmeye başlayan bütün dünya bizimle beraber bunu tel'in etmektedir.

Bulgarlar kendi dil, kültür ve inançlarım kısaca millî varlıklarım asırlar boyunca Osmanlı Türk devleti içinde koruyup, geliştirip bugünlere gelmişler ise bunu şüphesiz, bugün topraklarından söküp çıkarmaya giriştikleri, inanç ve kişiliklerini tahrip etmeye çalıştıkları Müslüman Türklerin atalarının engin insanlık duyguları ve hoşgörülerine borçludurlar. Bir medeniyet ve insanlık borcunun vahşetle ödenmesi Bulgaristan'da uygulanan rejimin yüzkarası olmuştur.

Bulgaristan'daki Müslüman Türk soydaşlarımız asırlarca yaşadıkları, mabetlerinin ve cedlerinin mezarlarının bulunduğu topraklardan çıkarılıp, ellerinden her-şeyleri naspedilerek Türkiye'ye gönderiliyor. Türkiye onların anayurdudur ve elbette Türk milletinin bağrı bu zulüm görmüş, yoksulluğa itilmiş ve çoğu zaman aileleri parçalanmış yaralı kardeşlerine bütün şefkati ile açıktır. Gelen, canını kurtaran kardeşlerimize her türlü yardım yapılmalıdır. Fakat asıl çözüm Bulgar Hükümetinin zorla kabul ettirmeye çalıştığı tehcir politikasını kabullenmek değildir. Bugün insanlık dışı tehcir siyaseti uyguluyorlar, yarın başka bir tatbikata girişebilirler.

Asıl çözüm, Bulgaristan'daki soydaşlarımızın kendi ata topraklarında millî özelliklerine ve dinî inançlarına tam sahip olarak, hür vatandaş kişilikleri ile yaşamalarının; sağlanmasıdır. Her türlü baskı kalkmalı, Bulgarlaştırma politikası durdurulmalıdır. Bu insanî ve millî hedefin gerçekleşmesi için her türlü girişim, her yerde yapılmalıdır. Bulgaristan'da insan hak ve hürriyetlerinin tanınması elbette bu ülke halkının::."- da insan olarak isteğidir.

Bulgaristan'da evlerinden, köy ve tarlalarından çıkarılıp bütün varlıkları ellerinden alınan Müslüman Türkler kendi toprakları üzerinde en az Jivks^ kadar hakları vardır. Bu hakların bir oldubitti içinde gasp edilebileceğini zannetmek gaflettir. Bu maddî ve manevî borç mutlaka ödenmelidir. Türk Milleti ve Hükümetleri elbette bu insanî millî davanın devamlı ve etkili takipçisi olacaktır.

 

Benzer Konular

TÜRKİYE’DE SÜRÜP GİDEN İDEOLOJİK TARTIŞMALAR

Türkiye’de Demokrasi, Cumhuriyet, Laiklik ve Atatürkçülük üzerinde yapılan tartışmalar aslında “karaltıya taş atmak” veya “olmayan bir şeyi hayal ederek var sanmak” gibi oldukça gülünç ve hatta ilkel bir davranış biçimidir. Bir başka ifade ile “Belli bir inancı veya hayat anlayışını benimseyip, herkesin kendisi gibi düşünüp yaşamasını istemektir” ki her iki davranış biçimi hem zararlıdır ve hem de özellikle yaşadığımız asrın demokrasi, insan hakları, din ve vicdan hürriyeti gibi ana prensiplerine aykırıdır. Fakat ne yazık ki bunlar 21. Yüzyıl Türkiye’sinde fiilen yaşanmaktadır.

ZEKÂT KİMLERE VERİLEBİLİR?

ZEKÂT NERELERE VERİLEBİLİR? Zekâtın nerelere verileceği Tevbe Sûresi’nin 60. ayetinde şöyle anlatılır: Zekâtlar Allah’ın emrettiği bir farz olarak; 1. Yoksullara, 2. Düşkünlere, 3. Zekât toplayan memurlara, 4. Gönülleri İslâm’a ısındırılması düşünülen kimselere, 5. Esirlik ve kölelikten kurtulmak isteyen esirlere ve kölelere, 6. Borcuna karşılık malı olmayan borçlulara, 7. Allah yolunda çalışanlara(cihd edenlere), 8. Parasız kalmış yolculara verilir.

KUR’AN’IN MUHTEVASI

Kur’ân, tüm kâinattan bahseder. Bu itibarla Kur’ân’ın mevzuuna göre tarifi şöyledir: Kur’ân, kâinatın geçmişini, şimdiki halini ve geleceğini anlatan bir kitaptır.