Ali Özek Hoca'nın Hayat ve Hatıratından

17 Temmuz 2006

Hocaların Hocası: Ali Özek

Abdullah Yıldız

Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nin İstanbul-Bağlarbaşı'ndaki muhteşem camiinde Cuma namazı kılmanın ayrı bir zevki vardır. Klasik Osmanlı mimarisi tarzında inşâ edilen İlahiyat Camii'nin, daha ilk bakışta dış görünüşüyle sizi kendisine çeken bir cazibe taşıdığını farkeder ve burada bir vakit de olsa namaz kılmaya söz vermekten kendinizi alamazsınız. Caminin içine girdiğinizde ise, göğsünüzde bir ferahlık, ruhunuzda bir dinginlik hissedersiniz. İstanbul'un Anadolu yakasında yaşayanlar, genellikle 'Cuma'yı İlahiyat'ta kılalım' diyerek haftalık görüşmelerini bu güzel mekanda gerçekleştirirler. Namaz öncesinde Fakültenin birbirinden değerli hocalarının va'z ü nasihatini dinler; namazdan sanra da geniş avluda ayaküstü öbek öbek gruplar oluşturup birbirlerinin hal-hatırlarım sorarlar.

Ali Özek Hoca'yi, Yüksek İslâm Enstitüsü Müdürlüğünü deruhte ettiği sıralarda inşasını başlatıp tamamiattığı İlahiyat Camiindeki içtenlikli Cuma vaazlarından hatırlarım. Başkanlığını yaptığı bir heyetin (H.Karaman, A.Turgut, M.Çağırıcı, İ.K.Dönmez, S.Gümüş) hazırladığı Kur 'ân-ı Kerîm ve Türkçe Açıklamalı Tercümesi ise, sürekli elimin altında bulundurduğum birkaç mealden biridir. Bizim kuşak, Hoca'nın telif ettiği Hadis Ricali, İslam 'da Niyet, İslâm 'da İbadet/İlmihal vd. eserleri ile Türkçe'ye kazandırdığı Muhammed Kutub'un İslâm 'in Etrafındaki Şüpheler, İslâm Terbiye Metodu ve Abdullah Draz'ın İslâm Hakkında Bazı Görüşler kitaplarını okuyarak yetişmiştir. İmam Ebû Yusuf un Kilâbü 'l-Harac çevirisi ise köşetaşı eserler arasındadır...

Hayfâ ki, zâtıâlîleri ile yakînen tanışıp sohbet etmek ancak 2003'ün son günlerinde nasîb olabildi...

Elmalı'dan Almatı/Almalı'ya

Ali Hoca'yla musahabemizi, 33 yıl önce bir grup arkadaşıyla birlikte kurduğu İslâmî İlimler Araştırma Vakfı(İSAV)'mn Fatih'teki merkezinde gerçekleştiriyoruz...

Karşımda 70'lik bir delikanlı buluyorum; hareketli, atik, cevval... Fî-sebîlillah cehd ü gayretini hiç hız kesmeden sürdüren, yaptığı ve yapmakta olduğu faaliyetleri heyecanla anlatırken gözleri parlayan bir hizmet ehli, bir dâva adamı...

Ali Özek, 1932 Muğla/Fethiye'ye bağlı Doğanlar köyünde doğmuş. Sülaleleri Mucuklar diye bilinirmiş. Mucuklar bölgeye Çankırı dolaylarından, oraya da Türkistan'dan gelmişler. Önce Antalya/Elmalı'nın Eskihisar köyüne yerleşmişler. Dedesi Mucuk Ali Efendi Elmalı medreselerinden mezunmuş ve köyünde medrese açmış. Doğup büyüdüğü Doğanlar köyü Muğla, Antalya ve Burdur sınırlarının tam kesişme noktasında yer alıyormuş. Merhum Elmalılı'nm köyü Yazır da köylerine çok yakın ama Burdur'a bağlı...

1941'de ilkokulu bitiren Ali Özek, dört gün yol teperek Antalya'nın Kayabaşı köyüne gelmiş ve Ömer Ali Hafız'dan Kur'ân öğrenmeye başlamış. 1944'te hıfzını tamamlamış...

Bu arada, fırsatı kaçırmayıp, âlimler yatağı Antalya/Elmalı'nın ilim geleneğini öğrenmek, bu kadîm geleneğin soykütüğü hakkında bilgi sahibi olmak için sorular soruyorum. Ali Hoca, Elmalı'nın büyük bir ilim havzası olduğunu, çok sayıda medreseye sahip bulunduğunu, birçok ünlü İslâm âliminin burada yetiştiğini anlatıyor: 'Sinân-ı Ümmî'ler, Niyazi-i Mısrî'ler bu medreselerde okumuşlardır. Elmah'daki Sinân-ı Ümmî medresesi ve mesela Paşa Camii çok meşhurdur. Osmanlı şehzadesi Korkut (ki Antalya'nın bir kazasının adı da bu zâttan dolayı Korkuteli'dır) zamanında bu bölgeye çok önem verilmiştir... İşte merhum Hamdi Yazır'a 'Elmalık ' denmesi, bu medreselerde yetişmiş olmasındandır..."

Sohbet sırasında Hoca'nın önemli bir özelliğini keşfetmekte gecikmiyorum: 'Dilci7 olması, yani 7 yıl Ezher'de okumasına ilaveten İstanbul Edebiyat Fak. Arap-Fars dillerini

bitirip doktorasını da orada tamamlamış olması hasebiyle kelimeleri çok dikkatli kullanıyor ve zaman zaman bazı kelimelerin, kavramların köklerine inme lüzumunu hissediyor. Mesela; Mucuklar sülalesinden söz ederken; istitraten "alâ vezn-i buçuk, uçuk... gibi eski Türkçe bir kelimedir" izahını yapıyor. Yine, söz Elmalı'ya gelince; hemen kelimenin kökenini tahlile başlıyor ve ilginç açıklamalarda bulunuyor: "Mesela, Kazakistan'ın Almatı şehrinin adı Elmalı ile aynıdır. Kazakça'daki 'ti' eki, Türkçe'deki 'lı' eki karşılığıdır. Zaten o bölge elma'sı ile meşhurdur. Orada yetişen çok nefis kokulu, hafif mayhoş elmanın aynısı bizim bölgede de yetişiyor. Yani Türkler Ortaasya'dan buralara gelirken kültürünü, yer adlarını, nehir adlarını (mesela Seyhan, Ceyhan gibi), elma-armutunu ve sairesini de getirmişler.."

Tevâfuka bakın ki, Elmalı'da ilim tahsiline başlayan Ali Özek Hoca, şimdi Almatı *da kurduğu Oku Üniversitesi'nin (University Iqra) kurucu rektörlüğünü yürütüyor ve aynı şehir merkezi ve civarında beş tane caminin yapılmasına da öncülük etmiş. Bu hizmetlerinden söz ederken hem tevazuunu, hem de teslimiyetini yansıtan sözler dökülüyor ağzından: "Bazı insanlar 'ben düşündüm, planladım ve başardım' derler; halbuki, hakikat başkadır: Akaid-i Nesefıye'de 'herkes rızkını tüketir' diye bir kaide vardır. Demek ki, orada yiyecek rızkımız varmış. Yani sizin bir yerlerde bulunup iş yapmanızı sağlayan, yönlendiren Biri var aslında.  ^ Takdir-i İlahi dediğimiz de bu... Benim Kazakistan'a gidişim de tamamen takdir-i ilâhi... Bir şeyler vesile oldu ve kader beni çekti götürdü oraya.. Şöyle ti,  bir davet üzerine, -Özal zamanında-  bir heyetle birlikte gittik oraya. Önernli yerleri gezdikten sonra müftüyü ziyaret ettik. Müftü Efendi bize 'bir cami gösterdi; o camiin yanında -yeri kazılmış, ama yapılamamış. Geziden döndüğümüzde vakıfta(İSAV) bir toplantı yaptık. Ben bu camiden de söz ettim. Bazı iş adamları, aralarında para toplayıp yardım etmeye karar verdiler. Paralar toplandı ama, oraya^* gidip bu işi takip edecek birine ihtiyaç var.. Israrla benim üzerimde duruyorlar, ama ben o zaman îlahiyat'ta hocayım, yani memurum; gitmem mümkün değil.. Fakat ısrar sürdü. O arada, profesör olmam hasebiyle, konferans, ders vb. gibi gerekçelerle üç ay yurt dışına çıkma imkânım vardı. Nihayet, dayanamayıp kabul ettim... Söylediğim gibi, nasib, kader... Hani Arapça bir deyim vardır: Nasîbuke yusîbuke ve lev kâne lahte 'l-bahr; yani denizin altında da olsa, nasibin gelir seni bulur..."

Ali Hoca, ogün-bugündür Kazakistan'a gidip gelmeye devam ediyor. Şimdiye kadar 5 tane cami inşaatım organize etmiş: Almatı Merkez Camii, Eşik Camii, Uzunağaç Camii, Türgen Camii ve Karakemer Camii. Bazı camilerin bir bölümü Kur'ân kursu şeklinde düzenlenmiş ve halen faaliyette. Ayrıca, Hoca'nm öncülüğünde Oku Üniversitesi'nin binası tamamlanarak önümüzdeki yıl öğrenci kaydına başlanacak hale gelmiş... Ali Özek Hoca, bütün bu faaliyetlerinden söz ederken, "ituiallah makbul ise" diyerek tevazu ve teslimiyetini izhar ediyor.

Ezher Yılları: Ali Fuat Cebesoy Revâku'l-Etrâk'ta

Ali Özek Hoca'nm hayatı, gerçekten renkli, ibretâmiz olaylarla dolu. Biz, Hoca'nm hayat hikâyesinden çeşitli kesitler sunmaya devam edelim:

Ali Hoca, Antalya'da hafızlık eğitimini tamamladıktan sonra, bir süre bir avukat yanında çalışmış. 1946'da da İzmir'e giderek Kestanepazarı Kur'ân Kursu'nda Arapça eğitimi almaya başlamış; Molla Cami'ye kadar gelmiş. Bu arada ortaokulu da orada bitirmiş.

Ve Ali Özek'in ilim aşkı, 1950'de onu Mısır/Ezher'e sürüklemiş. Mısır'a gitmek elbette kolay olmamış. Bu maceralı Mısır yolculuğunu kendisinden dinleyelim: "O yıllarda hac serbest olmuştu ve gemiyle gidilebiliyordu.. Biz hacca gitmek için müracaat ettik; ama niyetimiz Mısır'a gitmekti.. Tabi, bürokraside etkili Halk Partili bir büyüğümüz vardı, Hacı Raif Bey isminde; o bizim işlerimizin yürümesini sağlıyordu. Pasaportumuzu almak üzere emniyete gittiğimizde, polis şefi bize ters ters baktı ve 'siz, gerçekten hacca mı gideceksiniz; bu yaşta?!' diye taaccüb etti. Dedik ki, 'biz de haccla mükellefiz'. Adam kızdı ama evrakımızı da imzaladı; çünkü eksiğimiz yok. Pasaportumuzu aldık, ama iş bununla bitmiyor: iki tane kolera iğnesi olmamız gerekiyor. Bir kliniğe gittik, iğne vurulmaya; ben o zamana kadar hiç doktora gitmemiş olduğumdan, ilk iğneyi yeğince bayılıp kalmışım. Ayıldığımda ikinci iğneyi vurmaya korktular; vazgeçtiler... Nihayet gemiye bineceğiz, ama bir engel daha var: O zaman yurtdışına 100 Tl/den fazla para çıkarmak yasak. Gümrüktekilere; 'biletimiz yemeksiz olduğundan 100 TL de gemide harcamak üzere aldık' diyerek ikiyüz lira geçirdik. O yıllarda, gümrükte insanları didik didik arıyorlar, çırılçıplak soyuyorlar.. Neyse ki, nerede nasıl davranacağımızı, rahmetli Raif Bey bize tek tek öğretmişti..."

Ali Hoca, bir arkadaşıyla birlikte sekiz günlük bir gemi yolculuğunun sonunda Atina, Rodos, Kıbrıs, Beyrut üzerinden Mısır'a ulaşır. Sonra Ezhere kaydolarak okumaya başlar. 1955'te Usûlu'd-Dîn fakültesinden mezun olur; 1957'de de yüksek lisansını tamamlar.

Hoca, Mısır'da okuduğu yıllarda çok önemli hadiselere tanıklık eder: "Biz gittiğimizde Mısır'da 4 milyon Türk olduğunu söylediler. Türkçe gazete çıkıyordu orada. Sokalcta Türkçe konuşan insanlara raslıyordunuz. Tabi Nasır'ın Arap milliyetçiliği politikası, bunları bitirdi..." Bu arada Ali Hoca, merhum son Osmanlı Şeyhülislamı Mustafa Sabri Efendi, büyük âlim Zahidü'l-Kevserî gibi şahsiyetlerle de görüşme fırsatı bulmuştur. "Osmanlı hanedanından Şehzade Şevket Bey'in evinde Mustafa Sabri Efendi'yi zaman zaman ziyaret ederdik. Seksen küsur yaşında idi. Zaten biz oradayken vefat etti ve cenazesini kılmak ve mahzene inerek defnetmek bize de nasib oldu" diyor teessürlerini izhar ederek... Ve yine o yıllarda yaşadığı çok önemli bir hatırayı bizimle paylaşıyor:

"1955'te Menderes Mısır'a 15 kişilik bir heyet göndermişti. O sıralar Türkiye, İran, Irak, Pakistan, Afganistan arasında Bağdat Paktı kurma çalışmaları var ve Mısır Devlet Başkanı Nasır buna karşı çıkıyor. Sanıyorum havayı yumuşatmak anlamında bir gezi bu. Ali Fuat Cebesoy başkanlığındaki iyi niyet heyetinde Ahmet Emin Yalman, Ali Naci Karacan, Mümtaz Faik Fenik gibi gazeteciler de var... Biz heyetin kaldığı oteli öğrendik ve Ezherli Türk öğrencileri temsilen beş kişilik bir heyet olarak bir çiçek yaptırıp yukarı kata gönderdik. Ali Fuat Paşa, 'derhal gelsinler' demiş. Çıktık, tanıştık; kendimizi takdim ettik. Paşa, cerbezeli bir adam. Benim çok iyi Arapça bildiğimi öğrenince dedi ki; 'gezi boyunca benimle beraber olacaksın ve bize tercümanlık yapacaksın '. Adam asker; emir kipiyle söylüyor... 'Yapar mısın?' falan yok... Ve gezi boyunca birlikte dolaştık... Bu arada bizim teklifimizle Ezher Şeyhi Abdurrahman Tâc'ı ziyaret ettiler. Heyettekiler kendilerine gerçekten hayran kaldılar. Biz buradaki Türk öğrencilerin sıkıntılarından filan da söz ediyoruz. Dedim ki, 'Paşam, Revâku 1-Etrâk 'a (Türk öğrencilerin kaldığı yurt olup Osmanlı 'dan kalan vakıflar finanse ediyor) buyurmaz mısınız?' Hemen kabul etti ve bizi aldı bir telâş. Yatakhanelerimiz darmadağınık; misafir kabul edeceğimiz bir yer yok. Neyse, bir arkadaşımızın odası biraz daha düzenliydi; heyeti orada kabul ettik. Birşeyler ikram edelim, dedik. Sorduk, ne içersiniz, diye. Paşa dedi ki; 'kahve yapmayı biliyor musunuz? Eğer siz yaparsanız içerim, yoksa içmem' dedi. O arkadaşımız da gerçekten iyi kahve yapardı. Böylece kahvemizi içti, sohbet ettik. Paşa, gerçekten çok babacan ve hoşsohbet bir adam; bizi teşvik eden o kadar güzel şeyler söyledi, öylesine yakın davrandı ki, bir İstiklal Savaşı kahramanının bu davranışından biz ziyadesiyle memnun olduk... Bu hatırayı unutmam hiç mümkün değil."

Hasan Ali Yücel: "Bir Saatte Müezzinlik, Bir Saatte İmamlık Öğretirim"

Ali Özek Hodca 1957-1959 arasında Türkiye'ye döner ve daha önce okuduğu Kestanepazarı Kur'ân Kursu'nda hocalık yapar. 1959'da İstanbul'a gelerek İmam-Hatip okulunda -Ezher diploması geçerli olmadığından- ücretli Arapça dersi vermeye başlar. 1960'da 27 Mayıs İhtilali gerçekleşir ve İmam-Hatipler sıkıntılı bir döneme girer.

Hoca bu dönemde bizzat tanık olduğu önemli bir hatırayı naklediyor bize: "Milli Eğitim Bakanlığı, Hasan Ali Yücel'in başkanlığını yaptığı üç kişilik bir teftiş heyetini İstanbul  İmam-Hatip Lisesi'ni denetlemek üzere gönderdi. Bunlar 15 günlük bir çalışmadan sonra bir rapor hazırladılar. Bu arada hepimizle görüştüler. Nihayet, bir değerlendirme toplantısı tertip ettiler. Hasan Ali Yücel bir konuşma yaptı ve artık Türkiye'de imam-hatiplere ihtiyaç kalmadığını ve kapatılmaları gerektiğini söyledikten sonra aynen şöyle dedi: 'Ben bir kişiyi bir saatte müezzin, bir saatte imam yaparım!' Toplantıda İlim Yayma Cemiyeti temsilcileri de vardı. Onlardan rahmetli doktor Niyazi Kurtulmuş Bey ayağa kalktı; 'efendim, mesele imam, müezzin yetiştirme meselesi değil, ilim meselesidir; dini öğrenme meselesidir' diye itiraz etti. H.Ali Yücel cevaben 'efendim İlahiyat Fakültesi var' dedi. (Tabi, ilk zamanlar İlahiyat, Yüksek İslâm'dan biraz farklı idi.) Niyazi Bey 'hayır efendim, İlahiyat'ta okuyanlar da yeterince dini öğrenemiyorlar' deyince; iki İlahiyat mezunu hoca yerinden fırladı. İtirazlar, sataşmalar, derken ortalık karıştı; kavga, gürültü başladı, sandalyeler havada uçuştu. Tabi toplantı bitmiş oldu... İşte Hasan Ali Yücel'in Milli Eğitim Bakanlığı'na sunduğu 'artık imam-hatiplere gerek kalmamıştır' şeklindeki rapor ve bu raporda ileri sürdüğü gerekçeler, o günden itibaren imam-hatiplere yapılan itirazların dayanağı olmuştur..."

İnönü'nün Milli Eğitim Bakanı İmam-Hatiplere Sahip Çıktı

Ali Özek Hoca, 1962-1963 ders yılında Yüksek İslâm Enstitüsü'ne Arapça hocası olarak tayin olur. Hoca, merakım üzerine diploma meselesinin nasıl çözümlendiğini açıklarken çok önemli bilgiler veriyor:

UİO sırada İnönü hükümeti vardı ve Milli Eğitim Bakanı da rahmetli Şevket Raşit Hatiboğlu idi. Ben kendilerini yakından tanırdım. Halk Partili olmasına rağmen imam-hatiplere ve Yüksek İslam'a çok büyük hizmeti olan bir zât idi. Mesela; Talim Terbiye Kurulu diplomalarımızı reddetmesine rağmen, yetkisini kullanarak beni (E) cetvelinden Arapça muallimi olarak Yüksek İslâm'a tayin etti. İşin aslına bakılırsa, elimde dünya çapında bir üniversitenin diploması vardı ve hatta master diplomamın altında Cumhurbaşkanı Cemal Abdünnasır'm imzası vardı. Hiç unutmam; bu diploma ben Mısır'dan döndükten sonra gelmişti ve Mısır konsolosluğu törenle bize diplomamızı teslim etmişti... Evet, rahmetli Raşit Hatiboğlu beni böylece tayin etti ve kendileriyle çok samimi oldum. Ankara'ya her gidişimde kendilerini ziyaret ederdim."

Hoca, merhum Raşit Hatiboğlu'yla ilgili çok Önemli bir hatırasını daha şöyle naklediyor: "Bugünkü İlahiyat Fakültesi'nin Bağiarbaşı'ndaki yerini bize kazandıran da bu zâttır.'' Ve devam ediyor: "Hatiboğlu İmam-Hatip meselesi yüzünden İnönü'ye ters düşmüştü; onun imam-hatiplerin azaltılması ve hatta kapatılması talimatını dinlememiş, direnmişti. Dahası, ' imam-hatipleri kapatmam, ama yenisini açarım' demişti. Bu yüzden İnönü onun istifasını istedi. Görevden ayrılmadan 15-20 gün önce bize bir adam gönderdi; 500 bin liralık bir çekle birlikte. Yüksek İslâm için bir yer bulun ve alın diye. Nihayet bugünkü yer bulundu, satın alındı ve gereken işlemler yapıldı. Bakan olarak Şevket Bey bunu onayladıktan sonra istifa etti. Böylece Yüksek İslâm Enstitüsü, Fındıklı'da küçücük bir ilkokulun üst katında iken. 1966'da binalar tamamlandıktan sonra buraya taşınmış oldu. Ha, sonradan bu zât partisinden de ayrılıp Güven Partisi'ne geçmişti... Velhasıl, Şevket Raşit Hatiboğlu rahmetle ve minnetle anılması gereken bir insandır. İmam-Hatip okulları ve Yüksek İslâm'ların dümûra uğratılmasını engelleyen insandır..."

Ali Özek, İstanbul Yüksek İslâm'dan ilk mezun olan Hayrettin Karaman, Bekir Topaloğlu gibi hocaların hocasıdır. Emekli oluncaya kadar da bu okulda hizmetlerini sürdürecektir. Bu arada Yüksek İslâm'da göreve başladığı yıl, üniversite sınavına girerek İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Arap-Fars dillerini kazanan Ali Hoca, 1966'da bu okuldan da mezun olur ve sonra doktorasını da Arap-Fars dillerinde tamamlar; tez konusu, "Zemahşerî ve Arap Lügatçılığındaki Yeri"dvc. O arada( 1967-1971), İ.Ü. İktisat Fakültesi'nde Ortaşark uzmanı olarak çalışır ve Kitâbü 1-Harac çevirisini bu esnada gerçekleştirir...

Yüksek İslâm Müdürlüğü'nden Almatı Oku Üniversitesi Kurucu Rektöriüğü'ne

1979 yılında Ali Özek Hoca'yı İstanbul Yüksek İslam Entitüsü Müdürü olarak görüyoruz. Daha önce bu tür idari görevlerden -ilme mani olduğu mülahazasıyla- hep uzak duran Ali Hoca, bir anlamda müdürlük görevine icbar edilmiş. Şöyle ki: ilk kez o sene öğretim üyelerinin oylarıyla müdür seçimi yapılır. 28 öğretim üyesinden 27'si Ali Özek Hoca'ya oy verir. Kendisine oy vermeyen tek kişi ise yine kendisidir. Bakanlık da Hoca'mn müdürlüğünü onaylayınca göreve başlar.

Yüksek İslâm müdürlüğü sırasında mimar Ömer Kirazoğlu'nun projesini çizdiği muhteşem caminin inşasını başlatır; büyük ek bina, kesimhâne ve soğuk hava deposuna ilaveten kültür merkezinin de projesini hazırlatır...

İlim ve hizmet adamı Ali Özek'in çok yönlü ve örnek mücadelesi Yüksek İslâm'la sınırlı kalmaz. Bir yandan ilmî çalışmalarını sürdürürken diğer yandan da sosyal ve kültürel faaliyetleri organize eder. 1970'te 48 arkadaşıyla birlikte İslami İlimler Araştırma Vakfı'nı (İSAV) kurar. Vakıf birçok kıymetli îslâmi, ilmî eser yayınlar.

Hoca'yla ilmi çalışmaları, eserleri ve çevirileri üzerinde de konuşuyoruz. Bir kısmım yazının girişinde zikrettiğim kitaplardan başlıyor ve özellikle benim merakım üzerine Zemahşeri ve Keşşaf Tefsiri etrafında sürdürüyoruz sohbetimizi. "Zemahşerî ve Arap Lügatçılığmdaki Yeri" isimli doktora çalışmasının niçin basılmadığını soruyorum. "Hani, 'demir tavında dövülür' derler. O zaman bir türlü fırsat bulamamıştık. Bir de çalışmada geniş dil tahlillerine girdiğimden, uzun ve geniş cetveller, çizelgeler hazırlamıştım. Teknik olarak bunların basımı da müşkil idi. Öylece kaldı..." Bu arada Keşşafın Türkçe çevirisinin niçin yapılmadığını, kendilerinin bunu düşünüp düşünmediklerini öğrenmek istiyorum. Ali Hoca, derin bir nefs alarak merakımı izale etmek îütfunda bulunuyor: "Keşşafın Türkçe'ye tercüme edilmemesi büyük eksiklik" diyor ve ekliyor: "Aslında ben çevirmeyi düşündüm, hâlâ da düşünüyorum. Zaten, bana kalırsa Keşşafın tümünü çevirmek gerekmez. Zira tefsirin bir kısmı tamamen ağır dil meselelerinden, şiirlerden ibaret; Bunu çevirmek gereksiz. Ama asıl tefsir bölümünü fırsat bulursam İnşaallah çevireceğim…” Sözünü tamamlamaya fırsat vermeden; "Aman hocam... İnşaallah... Bu çok büyük bir hizmet olur. Allah ömrünüzü tezyîd etsin, sağlık-sıhhat versin ve biz de sizin için duacı olalım, diyerek heyecanımı ifade ediyorum...

Alı Özek Hoca, sık sık Kazakistan'a gidip geliyor; bütün cehd ü gayretini Almatı'da inşası tamamlanan Oku Üniversitesi'nin faaliyete başlamasına ayırmış durumda... Ve Hoca, îmar ve inşâ faaliyetinin hem fizikî hem de zihnî planda sürdürülmesi gerektiğini kendi şahsında simgeleştiren bir örnek... İstanbul Yüksek İslâm'daki devâsâ îmar ve inşâ hizmetlerinden sonra, şimdi Kazakistan'da yapımım organize ettiği beş cami ve üniversite ile "Allah yolunda mücadele"nin bir Ömür boyu sürmesi gerektiğinin nümüne-i imtisalı âdeta...

Sohbetimizin sonuna geldiğimizi anlayınca; sözü Umran'a getirmek için, "Biz, Ümran olarak bu tür îmâr ve inşâ çabalarına ışık tutmak istiyoruz. Zaten Umrân da îmar'dan gelir, bildiğim kadarıyla" diyerek, Hoca'mn bu konuda da birkaç şey söylemesini sağlıyorum: "Evet, Umrân îmarla başlar" diyor ve devam ediyor: "Umrân yani medeniyet, bir anlamda şehirleşme, mamur kılma demektir; ve bakınız bütün kadîm şehirler mabetler etrafında şekillenmiştir. Mekke, Kabe'nin îmar ve inşâsından sonra Mekke olmuştur, insanlar oraya toplanmış ve şehir haline gelmiştir. Hıristiyan, Budist veya putperest medeniyetler için de bu böyledir. Onlarda da, önce tapmaklar inşâ edilmiş, sonra şehirleşme gerçekleşmiştir. Yani medenîleşmenin, Umrân'm temeli îmar ve inşâdır; hem zihnî, hem fikrî hem de fizikî inşâ..."

"Hocaların hocası"na, Keşşaf tefsirini dilimize kazandırmak başta olmak üzere nice ilmî, fikrî ve fizikî inşâ faaliyetlerini sürdürebilmesi için Allah'tan sağlık, sıhhat ve hayırlı ömürler diliyoruz.

 

 

Benzer Konular

HAYAT VE HATIRATIM

HAYATIM Doğum tarihim 1932’dir. Ancak babamın verdiği bilgiye göre 1927 veya 1928’de doğmuş olmam gerekiyor. Çocukluğunda ilk hatırladığım veya hiç unutamadığım olay, babamın askerden geldiği akşamdır. Babam o devirde üç sene askerlik yapmış. Zira bahriye askerliği 3 sene imiş.

Ali Özek Hoca'nın Hayat ve Hatıratından

Alı Özek Hoca, sık sık Kazakistan'a gidip geliyor; bütün cehd ü gayretini Almatı'da inşası tamamlanan Oku Üniversitesi'nin faaliyete başlamasına ayırmış durumda... Ve Hoca, îmar ve inşâ faaliyetinin hem fizikî hem de zihnî planda sürdürülmesi gerektiğini kendi şahsında simgeleştiren bir örnek... İstanbul Yüksek İslâm'daki devâsâ îmar ve inşâ hizmetlerinden sonra, şimdi Kazakistan'da yapımım organize ettiği beş cami ve üniversite ile "Allah yolunda mücadele"nin bir Ömür boyu sürmesi gerektiğinin nümüne-i imtisalı âdeta...

Hayat ve Hatıralarım

Doğanlar köyünün eski adı DOĞANTAŞ imiş. O devirlerde bölgede DOĞANTAŞ olarak bilinen köy iken daha sonraları Doğanlar Köyü olarak tanınmıştır. Söylendiğine göre eskiden o bölgede bulunan dağlar ormanlık imiş. Kurt, tilki, sansar, porsuk yaban domuzu, tavşan gibi hayvanlar ve kuzgun atmaca, cırık, keklik, cukka, şahin doğan gibi kuşlar bu bölgede bol imiş. Buralar da yaşayan insanlar genellikle avcılıkla meşgul olurlarmış. Doğan kuşuyla avlanma geleneği yaygın imiş. Fakat bu âdet sonraları terkedilmiş ama anıları devam etmektedir.