Alevilikle İlgili Mülakat

17 Temmuz 2006

ALEVİLİK (RÖPORTAJ)

 

Prof. Dr. Al ÖZEK

27.6.1995 Salı günü akşamı, alevilikle ilgili olarak HBB Televizyonu’nda yapılan "Alternatif Kur'an" adlı programda Alevîlerce ortaya atılan iddialara cevaptır.

I.   Programın adının "Alternatif Kur'an" şeklinde sunulması sonderece yanlıştır. Kur'an'm alternatifi yoktur ve olamaz da. Zira Kur'anAllah Kelamıdır. Allah Teala el-Hicr suresi'nin 9.uncu ayetinde "Kur'an'ıbiz indirdik ve onu korumaya biz devam edeceğiz." buyurmuştur.

Muharnmed Aleyhisselam daha hayatta iken başlayan ve O'nun vefatından sonra da özellikle şia tarafından körüklenen birtakım saçma iddialar ortaya atılmış, ama 1500 seneden beri hiçbir şahıs ve gurup tarafından herhangi bir belge ortaya konamamıştır. Kur'an vahiy olarak inerken ona inanmayanlar, "Bu Kur'an eskilerin masallarıdır, kahinlerin sözü, şairlerin saçmasıdır, o devirde Mekke'de bulunan yabancıların telkinidir" gibi bir sürü iddialar ortaya attılar. Bunların cevabı bizzat Kur'an ayetlerinde verilmiştir.

II.   Bugün yeryüzündeki tüm müslümanlar arasında bir tek Kur'anvardır. Mesela Sünniler, şiiler, zeydiler ve diğer taifeler arasında basılanve okunan Kur'an'm bir harfinde bile farklılık yoktur.   Bütünmüslümanlar ve bütün insanlar Kur'an'm arapça metni üzerinde birlikhalindedir.

Nitekim adı geçen programa Alevileri temsilen katılan kişiler de sonunda bu hakkı kabul ederek Kur'an'm Arapça metninde herhangi bir fark ve değişiklik olmadığını açıklamışlardır. Ayrıca 13-15 1993 tarihlerinde istanbul'da düzenlenen "Tarihte ve Günümüzde Şiilik" adlı tartışmalı ilmî toplantıya, 8 tanesi İran'dan olmak üzere tüm İslâm ülkelerinden ve Türkiye'den katılan 50 kadar ilim adamı, Asr-ı saadet'ten bu yana tarih boyunca ve bugün elimizde bulunan Kur'an'ın hiçbir harfinin bile değişmeden aynı mushaf olarak devam ettiğini, bu konuda ortaya atılan söylentilerin İslâm düşmanları tarafından kasıtlı olarak atıldığını vurgulamışlardır. Bütün dünyada Kur'an bir tanedir ve bu elimizdeki Kur'an'da herhangi bir noksanlık veya fazlalık yoktur.

III.   Kur'an metninde, yani 114 sureden oluşan mushaf üzerindetüm müslümanlarca ittifak vardır. Ancak ayetlerin sayısında farklıhesaplamalar yapılmıştır. Zira bazı âlimler Besmele'yi her sureden birayet saymış, bazıları da sadece Fatiha'dan bir ayet kabul etmiş, diğersurelerin başına teberruken yazıldığını söylemişlerdir. Bu itibarla "Kur'an6666 âyettir" şeklinde şifahî olarak nakledilen sözün ilmî bir kaynağıyoktur. Bugün elimizde bulunan, Kur'an ilimlerine dair yazılan eserlerdeböyle bir kayıt yoktur. Ancak edebiyat ve şiir kitaplarında bu ifadeyerastlanması, bu sözün halk arasında söylenmesinden dolayıdır.

IV.    Kur'an-ı Kerim, inmeye başladığı andan itibaren de Tefsiredilmiş, yorumlanmıştır.

1- Kur'an'ın en sağlam yorumu ilâhi bir yorum olan, ayeti ayetle tefsir metodudur ki, burada Kur'an kendini bizzat kendisi yorumlar. Bilindiği gibi Kur'an 23 senede tamamlanmıştır. Bu tekamül sistemi, Kur'an'ın terbiye metodudur. Allah Teala insanlara İslâm'ı tedrici olarak, yavaş yavaş anlata anlata, sunmuştur. Kur'an tefsiri ve tercemesiyle uğraşan kişilerin bunu çok iyi bilmeleri gerekir.

2~ Ayeti ayetle tefsir metodlarmdan sonra en sağlam tefsir, Allah Teala'dan vahiy olarak Kur'an'ı alıp bize tebliğ eden ve bizzat emir ve yasaklarını uygulayan Muhammed Mustafa (S.A.V.)'in tefsir ve yorumlarıdır. Peygamberimiz'in, kavlî, fiilî ve takriri sünneti, Kur'an'ın en sağlam tefsiridir. Bu itibarla Kur'an tefsiri yapmak iseyenlerin şu yedi ilmi çok iyi bilmeleri şarttır.

a)    Dinler Tarihi:   Eski  dinleri ve inançları bilmeden  İslâm'ınüstünlüğü anlaşılmaz.

b)        Tarih İlmi: Umumî tarih, İslâm tarihi ve siyer ilimlerini çok iyibilmeyen bir kimse Kur'an'ı tefsir edemez.

c)         Hadis İlimleri:  Bu ilimler oldukça geniştir ve zordur.  Zirahadislerin sahihi zaifi ve uydurması vardır. İslâm âlimleri bu konuda çokbüyük çalışmalar ve araştırmalar yapmışlardır.

En sağlam hadis kitabı Buhari'dir. Bundan sonra Müslim gelir. İlk altı sahih kitap şunlardır: Buharı, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, İbn Mace ve Neşaî. Bunlara İbn Hanbel'in Müsned'ini, İmam Malikin Muvattaini ve Darimi'nin Sünenini de katarsak bu dokuz kitap, daha ziyade sahih hadisleri toplayan kitaplardır.

d) Pedegoji yani Terbiye İlmi: Kur'an'ı anlamak ve yorumlamak içinmutlaka terbiye ilmini çok iyi bilmek şarttır.

e)         Mantık, Sosyoloji ve Psikoloji İlimleri: Bu ilimler, Kuranınüslubunu   oluşturmaktadır.   Bu  itibarla  Kur'an'daki  ince  manalarıanlamak ancak bu ilimleri bilmekle mümkün olacaktır.

f) Arap Dili ve Edebiyatı:

g)  Hukuk Ünü ve Usulü:

Bu ilimleri iyi bilmek de, hiçbir zaman Kur'an'ın tamamını anlayıp tefsir etmeye ve yorumlamaya yetmez. Çünkü Allah, Al-îmran suresinin 7. ayetinde, Kur'an'da manası tam olarak anlaşılmayan müteşabih ayetlerin bulunduğunu bildirmektedir. Bu konu ile ilgili ayet'in mealini ve yorumunu aynen veriyoruz:

"Sana Kitab'ı indiren O'dur. Onun (Kur'an'ın) bazı ayetleri muhkemdir ki, bunlar Kitab'ın esasıdır. Diğerleri de müteşabihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu tevil etmek için ondaki müteşabih ayetlerin peşine düşerler. Halbuki O'nun tevilini ancak Allah bilir, ilimde yüksek payeye erişenler ise: Ona inandık; hepsi Rabbimiz tarafındandır, derler. (Bu inceliği) ancak aklıselim sahipleri düşünüp anlar."

(Bazıları "ve'r-râsihune" kelimesinin başındaki "vav" harfini bağlaç kabul etmişlerdir ki, bu takdirde mana şöyle olmaktadır: "Halbuki onun tevilini ancak Allah ve ilimde yüksek payeye erişenler bilir." Bu anlayışa göre Kur'an'daki müteşabih ayetlerin manaları, zaman içinde ilmin gelişmesi ile çözülecektir.

Muhkem ve müteşabih, birer terim olup, "muhkem ayet" manası açık seçik anlaşılan ve tereddüde yol açmayan ayet demektir. "Müteşabih" ise muhkemin zıddıdır ve manasının tam olarak anlaşılması mümkün görülmeyen ayeti ifade eder.)

V- Gelelim alevîlerin iddialarına,

Dört halife devrinde müslümanlar arasında zuhur eden yönetimle ilgili görüş farklarından dolayı ilk asırlarda müslümanlar, ehl-i sünnet ve şia adıyla iki ayrı guruba ayrılmışlardır. Bu olay tarihi bir gerçektir. Kur'an, müslümanlarm idarî sistemlerinin biata dayalı bir şura sistemi olmasını tavsiye etmiştir. Bu sistem dört halife devrinde uygulanmış, sonraları terkedilmiştir. Ancak şia diye adlandırılan gurup, Kur'an ve Sünnet'ten hiçbir açık delili bulunmadığı halde devlet başkanlığında ehl-i beyt'e ait bir veraset sistemini öne sürmüşler ve bu uğurda gayret sarfetmişlerdir.

İşte bu siyasi ve idarî düşünceye bağlı olarak imamların, yani devlet reislerinin Hz. Ali'nin soyundan gelen kimselere verilmesi gerektiği fikrini savunmuşlardır. Buna bağlı olarak tarihte pekçok siyasi olaylar vuku bulmuştur. Daha sonra gelen şia âlimleri imamet meselesini bir mezhep haline getirerek dini hüviyete büründürmüşlerdir. Bu konuda iki esasa dayanmak ihtiyacını duymuşlardır:

1-    Kur'an'ı,   Şiâ   imamiye   düşüncesine   göre   yorumlamayabaşlamışlardır.   Bugün  elimizde  şia'ya  ait  eski  tefsirlerde   pekçokmesnetsiz yorumlar vardır. Özellikle Hicri 1091 senesinde vefat edenMuhsin el-Kaşânî'nin "es-Safî" adlı tefsirinde bu görüşler toplanmıştır.Mesela Kur'an'da geçen kâfir, münafık, zalim, fasık gibi kelimelerdenmurad'm, halifeliği Hz. Ali'ye teslim etmeyen Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer veonlarla beraber olan diğer müslümanlar olduğu iddia edilmiştir. Fatihasuresinde geçen "sırat-ı müstakim"den murad, Hz. Ali ve o'nun yoludurşeklinde tefsir edilmiştir. Buna benzer pekçok yorum vardır.

Şu hususu kaydedelim ki daha sonra yazılmış önemli Şiâ tefsirleri olan Tabersi'nin Mecmeu'l-Beyanmda, Tabatıbai'nin Mizan'ında ve en son yazılan Numune tefsirlerinde bu görüşlere itibar edilmemiştir. Biz burdan, bugünün şiî âlimlerinin de sözkonusu iddialara değer vermediklerini anlıyoruz.

2-  Şia'nın üzerinde önemle durduğu bir konu da hadislerdir. Onlarehl-i beyt yoluyla gelmeyen hadislere itibar etmiyor ve sahabenin hepsini"güvenilir kişiler" kabul etmiyorlar. Bu konuyu kendileriyle tartıştığımızçok değerli şiâ imamiyye âlimleriyle ortak bir sonuca varamadık. Aslındabu konu şiâ'nın bir saplantısı haline gelmiştir. İlrni yeryüzünde sadeceehl-i beyt'e hasretmek, hem aklen, hem mantıken hem de dinen doğrudeğildir.  Zira ilmin dini,  milliyeti ve vatanı yoktur.  İlim,  insanîdir.Nitekim Peygamberimiz bir sahih hadislerinde "Hikmet ve ilim mümin'inyitiğidir.  O'nu nerede bulursa alır"  buyurmuştur.  Bize göre vahiy,Peygamberin vefatıyla kesilmiştir. Ehl-i Beyt'e mensup kişilere vahiygelmez. Sonra Peygamberimiz ve Hz. Ali böyle bir uygulamayı caiz kılacakherhangi bir beyan ve davranışta bulunmamışlardır.

Şu hususu kaydetmekte de fayda vardır. İslâm tektir. Zira o'nun kitabı tektir, peygamberi de tektir. İslâm tevhid dinidir. Müslümanların itikadı ve fıkhî mezheplere ayrılmaları, aklî yorumlardan ibarettir. Mezhepleri ve düşünceleri ön plana çıkarıp, İslâm kardeşliğini zedelemek doğru değildir. Aslında mezhepler bir kolaylık olarak ortaya çıkmıştır. Hiçbir mezhep dinin ana meselelerinde farklı düşünmez.

3- Şia taifesi tarih içinde çeşitli zümrelere bölünmüşlerdir.

Caferi mezhebine bağlı mutedil şia ile bizim aramızda "imamet" meselesi dışında önemli farklar yoktur. Ancak gulat tabir edilen aşın kesimlerde oldukça önemli ayrılıklar vardır.

Türkiye'de yaşayan alevîler arasında mutedil olanlar bulunduğu gibi aşırılar da vardır. Hz. Ali'ye ve ehl-i beyte bağlılığı din haline getirip, İslâm'ın emir ve yasaklarını terkederek her şeyi ehl-i beyt sevgisine bağlayan alevî kardeşlerimize şunu anlatmamız gerekiyor:

Biz hepimiz Allah'ın kulu, Peygamber'in ümmetiyiz. Hepimiz ehl-i beyti severiz. Hepimiz öldükten sonra Allah'a hesap vereceğiz. Hiçbirimizin elinde, Allah'ın hakkımızda vereceği hükme dair bir belge ve bilgimiz yoktur. Mü'min korku ile ümit arasında olmalıdır. Geçici dünya hayatında birbirimize sevgi ve müsamaha ile davranmalıyız.

Kur'an'da ve sahih sünnette açık olarak belirlenen ana fikirlere, ana düşüncelere ve ana esaslara tabi olmalıyız. Bütün mezhepler ve yorumlar beşeridir, İnsan aklının ürünüdür. Geliniz asıldan ayrılmayalım. Bizler hepimiz aynı geminin yolcularıyız, gemi batarsa hepimiz batarız. Allah Teala Kur'an'da "Şirk hariç bütün günahları affederim" (en-Nisa 48) buyurmuştur. Buna göre İslâm'ın özü tevhid inancıdır. "Allah birdir. Hz. Muhammed O'nun kulu ve elçisidir." diyen herkes mü'mindir, müslümandır. Bu şekilde inanan bir kimsenin günahı ne olursa olsun Allah dilerse onu affeder. Böylesine geniş bir iman yoluna giderek, fertlerde gördüğümüz kötü davranışları müsamaha ile karşılayıp tebliğ yapmamız yeterlidir.

Din'in özü ile ilgisi bulunmayan birtakım beşeri ve indî görüşlerle insanları meşgul etmemek, en doğru yoldur. İnsanları irşadda ve onlara dini öğretmede yolumuz sünnet yoludur, olumlu yoldur. Bu yolun en başta gelen önderleri aralarında ehl-i beytin de bulunduğu sahabe-i kiramdır. Biz, Resulullah'm arkadaşlarının hepsine saygılıyız. Ehl-i beyte saygımız daha fazladır. Bizden önce gelip geçmiş ve kendilerini görmediğimiz kimseler hakkında, başkalarından duyduklarımıza dayanarak hüküm vermemiz, hâşâ kendi kendimizi Allah'ın yerine koymaktır. Çünkü onların iyi veya kötü kimseler olup olmadıkları hakkında hükmü sadece Allah verecektir.

Eğer biz, başkalarından duyduklarımıza dayanarak, yüzlerce, binlerce yıl önce ölmüş kimseler hakkında hüküm verir, onları kötülersek bunun vebalini yarın yevmi kıyamette nasıl vereceğiz. Geliniz bizler kendi işlerimizle ve kendi günahlarımızla uğraşalım.

Benzer Konular

Röportaj: Feyyaz KALKAN

Röportaj: Feyyaz KALKAN

Ali Özek-Mehmet Erdoğan mülakatı

Ali Özek-Mehmet Erdoğan mülakatı

İSLAM MEZHEPLERİNİ YAKLAŞTIRMA MÜESSESESİ TOPLANTISI

06-09 Nisan 2007 tarihleri arasında Tahran’da “Uluslar arası İslâm Mezheplerini Yaklaştırma Müessesesi”nin Kutlu Doğum Haftası münasebetiyle tertiplediği İSLÂM BİRLİĞİ Toplantısından “Mezhepler konferansından karşılıklı saygı kararı çıktı”