Modernleşme, İslâm Dünyası ve Türkiye toplantısı açış konuşması

15 Temmuz 2006

 

 

 

 

 

 

         AÇILIŞ KONUŞMALARI

 

 

Prof. Dr. Ali ÖZEK

İslâmî İlimler Araştırma Vakfı Başkanı

Sayın başkan ve değerli konuklar! İSAV’ın tertip ettiği “Modernleşme, İslâm Dünyası ve Türkiye” konulu tartışmalı İlmi Toplantıya hoş geldiniz. Yurt içinden ve dışından tebliğci ve mü­zakereci olarak katılan değerli ilim adamlarına vakfımız adına şükranlarımı ve takdirlerimi sunarım.

Üç gün boyunca sunulacak tebliğler ve tebliğler üzerinde yapılacak tartışmaların ışığında umuyorum ki, konuya birçok yönden açıklık getirilecektir.

Şurası bir gerçek ki, bu dünyada yaşayan canlılar devamlı olarak kendilerini yenilemek zorundadırlar, aksi halde yaşamla­rını sürdüremezler. Maddî alemde böyle olan bu durum, manevî ve ilmî alanda da böyledir. Devamlı olarak kendini yenilemeyen sistemler zamanla cazibesini ve çekiciliğini kaybeder. İlim di­linde buna ‑bilindiği gibi‑ araştırma ve geliştirme denir. Yakla­şık olarak XVII. asırdan sonra ne hikmetse orta şarkta ve özel­likle İslâm ülkelerinde bu anlayış yerini statükoculuğa bırakmış, buna bağlı olarak da gelişmekte olan dünyaya ayak uydurmak gayesiyle, İslâm ülkelerinin idarecileri batı medeniyetlerini taklit etmeye, onların sosyal ve hukukî sistemlerini almaya başlamış­lardır. Eşyanın tabiatına aykırı olan bu durum ve tutum aklî ve ilmî çalışmaları ve özellikle kendi sistemlerini geliştirme ve ye­nileme hareketlerini büyük ölçüde engellemiştir.

Bu durumun iyi anlaşılması için konunun üzerinde ciddi biçimde durulması gerekmektedir. Bunun yapılabilmesi için de modernleşme diye adlandırılan sürecin tarihi, psikolojik, sosyo­lojik ve dinî yönlerini ve buna iten sebep ve saikleri iyi tesbit etmek zorunludur. Neden bu ülkeler öz varlıklarını ve kendi sis­temlerini yenileme yerine, başkalarının geliştirdiği sistemleri alma yoluna gitmişlerdir.

Kanaatimce eğer İslâm alimleri, devleti yönetenlerin ihti­yaç duydukları yenilikleri kendi sistemleri içinde araştırma ve içtihat yoluyla gerçekleştirebilselerdi, herhalde doğu ülkeleri, özellikle İslâm ülkeleri bugün bulundukları konumdan başka bir konumda olurlardı.

Şu hususa dikkatlerinizi çekmek istiyorum. Dinî kaideler hiçbir zaman insanların önünde ilerlemeye ve kendini yenile­meye bir engel değildir. Gerçekte engel, Hıristiyanlığı veya İs­lâm’ı yorumlayan din adamlarıdır. Onlar bir takım muayyen yo­rumlara kendilerini kaptırmışlar, adeta kendi düşünce ve içti­hatlarının dışında başka yorumlar da olabileceğini düşünme­mişlerdir. Halbuki eski alimler tam aksine, her asırda yeni yeni müçtehitlerin gelmesi gerektiğini vurgulamışlar ve içtihadı yani her mesele ve problemi yeniden araştırma ve geliştirmeyi teşvik etmişler. Bunu da Buhârî’nin rivayet ettiği bir hadise dayandır­mışlardır. “Benim sözümü işiten, onu tam olarak kavrayan ve başkalarına işittiği gibi nakleden kimsenin Allah yüzünü ak et­sin! Nice bilgi taşıyan kimseler vardır ki, bilgilerini kendile­rin­den daha anlayışlı (akıllı) kimselere naklederler”

Bu hadis, ilk zamanlarda olduğu gibi gelecek zamanlarda da alim ve müçtehit kişilerin geleceğini bildirmektedir. Bu hu­sus, gözden kaçmış olsa gerek. Bu durum tutuculuğu ve bağ­nazlığı doğurmuştur ki, XIX. asırdan itibaren İslâm alimleri kendi akıllarıyla içtihat kapısını kapatma gibi bir garabetin içine düşmüşlerdir.

Halbuki içtihat kapısını kapatan alimlerin gerekçesi, za­manımızda eski alimler gibi yüksek ilim ve anlayışa sahip alimlerin artık gelemeyeceği varsayımına dayanıyordu. Bu dü­şünce tarzı, aslında İslâm tarihini ve dinî gerçekleri bilmemek­ten kaynaklanmaktadır.  Bu da, aslında medreselerde , tarih, sosyoloji, psikoloji ve pedagoji gibi insanî ve insan davranışla­rını bilmeye yönelik ilimlerin okutulmamış olmasından kay­naklanıyordu. Çünkü Kur’an’ın ve sünnetin muhatabı insandır. İnsan için gelmiş olan dininin mekasıdını anlamak için her şey­den önce bütün yönelim ve eğilimleriyle insanı tanımak gerek­mektedir. Özellikle Kur’an  düşünmeye ve ilme insanı teşvik eder. İnsanın maddî ve ruhî davranışlarını, zevklerini ve zaafla­rını bilmeden dini, özellikle İslâm’ı anlamak zorlaşmaktadır.

İnanıyorum ki üç gün devam edecek olan bu tartışmalı ilmi toplantıda balada temas dilen pek çok tarihî ve güncel ko­nular aydınlanacaktır.

Başarılar dilerim.

 

KAPANIŞ KONUŞMASI

Prof. Dr. Ali ÖZEK

İSAV Başkanı

 

Değerli misafirler! Kapanış konuşması yapmak üzere hu­zurlarınızda bulunuyorum. Toplantının seyri ve vardığı netice­lerle ilgili yeteri kadar bilgi aldınız. Ben, sadece iki konuda bir­kaç kelime söyleyeceğim.

1. Toplantının muhtevası ile ilgilidir. Benim en çok üze­rinde durduğum konulardan birisi, kavramlar ve ana fikirlerdir. Kavram mevzuunda özellikle Prof. Dr. Ahmet Davudoğlu’nun adını zikrederek, daha fazla Türkçe, anlaşılır kelime kullanma­sını arzu ediyorum. Çünkü, kelimeler eğer bizim, halkımızın anladığı kelimeler olmaz ise veya yabancı bir kelimeyi kullandı­ğınız zaman, tarifini yapmaz iseniz  halk, dinleyici, hatta o ya­bancı dili bilmeyen ilim adamlarının çoğu dahi bunu anlamaz.  Misal olarak “modernleşme” kelimesini alacağım. Ben, toplantı boyunca dikkat ettim. Bu kelimenin Türkçe’deki hakiki mânâ­sına hiçbir tebliğci temas etmedi. Modernleşmenin genel mânâsı anlaşılıyor; ama, bunun bir de özel mânâsı var; işte bu mânâ, “kendini yenileme”demektir.

“Modern” kelimesi, “yenilik” mânâsını ifade eder. Ama, bir terim olarak “modernleşme”,  “bir kişi veya bir sistemin ken­dini yenilemesi”dir. Şayet bir kişi veya bir sistemin kendini ye­nileme ise ölür. Eskiler buna, “hareket ve sükun” derlerdi. Ha­reket canlılığı, sükun da ölümü ifade eder. Dolayısıyla, bu “mo­dernleşme” kelimesinin asıl  mânâsı, “kendini yenileme”dir.  Bu “kendini yenileme” de, İslâm’ın getirdiği bir sistemdir ve ilk alimler bunu böyle anlamışlardır. Bizim literatürümüzde, fıkıh kitaplarında, “her asırda mücedditler yetişir” diye yazılıdır. Mü­ced­dit, yenileyici demektir. Bu yenileme, eskiyi atıp yeniyi al­mak değildir. Zaten kelimenin kökünde “kendini yenileme”, mevcuttur. Bu da kendini yenilemedir. Bunu çok başarılı bir şe­kilde İslâm alimleri tarihte yapmışlardır.

“Modern, modernleşme” kelimesinin benim anladığım ka­darı ile tam karşılığı “kendini yenileme” dir. Bu konuda, takribî olarak hicrî altıncı asırdan itibaren kendini yenileme hareketleri İslâm âleminde yavaşlamış ve XIX. asra geldiği zaman ise dur­muştur. Bugün dünyaya  hem ilmî hem teknolojik hem ahlakî bakımlardan çok büyük imkânlar sunan İslâm nizamı, sanki hiçbir değeri olmayan tarihe karışmış bir şey gibi önümüzde du­ruyor. Bunun sebebi, işte o “kendini yenileme”yi  yapamamış olmasıdır.

Bu toplantının en büyük hedeflerinden birisi, bunu, bu anlayışı sağlamak, ortaya koymaktır. Bu itibarla, bu toplantıda, el-hamdülillah, benim de kanaatim, hedefe varılmıştır. Çünkü, bizim gayemiz, bu konuları halletmek değil, gündeme getirip il­gililerin meseleyi tekrar düşünmelerini, üzerinde fikir yürütme­lerini sağlamaktır.

Böyle bir toplantı sonunda benim dileğim, Cenab-ı Allah, önce cümlemize sıhhat ve afiyet versin. Çünkü, hayatta en önemli şeylerden birisi sıhhattir. Genel  mânâda ise önce iman, sonra akıldır. Bunlar herkeste olmayabilir; ama, sıhhat önemli bir şeydir. Benim de temennim,  bu toplantıya katılan ve katıla­mayan kardeşlerimizin sıhhat ve afiyette olmasını niyaz ediyo­rum. Ayrıca Vakfımızın değerli kurucularından ahirete irtihal edenleri de rahmetle yad etmek istiyorum.  Çünkü, böyle bir mü­essesenin kurulmasında payı, emeği olan, maddeten ve manen yardım etmiş olan merhum kurucu kardeşlerimize Cenab-ı Hak’tan  rahmet diliyorum.

2. Hepimiz için önemli olan ana fikirler meselesidir. “Mo­dernleşme” veya “kendini yenileme” dediğimiz zaman, bu bir ana fikirdir. Tebliğciler bunun çerçevesini çizmeye çalıştı. Eğer bu ana fikirler halka intikal etmez ise, sistemler, müesseseler yaşayamaz.  Ana fikirler çok önemlidir. İslâm’da birinci ana fi­kir, tevhit akidesidir. Tevhit akidesine bağlı olan diğer ana fi­kirler vardır.

İslâm Medeniyetinin ana fikirleri nelerdir?  Bunların üze­rinde çalışma yapılması gerekir. İslâm’ın teferruatını herkese öğretmeniz mümkün değildir. Ama, o ana fikirler Müslümanlık üzerinde tutar. Mesela: Bugün, Müslüman olduktan sonra  çe­şitli sebeplerden dolayı başka dinlere intikal edenler vardır; ama, azdır. Neden azdır? Çünkü, İslâm’ın birinci ana fikri olan tevhit akidesi, tek Allah inancıdır. Bu ana fikre sahip olan kişi, dünyanın en kötü insanı da olsa, en günahkârı da olsa, onu İs­lâm’ın içinde tutan ana fikirdir. Nitekim ben bunu Orta Asya’da gördüm. Orada öyle kimseler var ki, konuşmadığı zaman o kişi­nin Müslüman olup-olmadığı hususunda  şüphe edersiniz. Ken­disine sunulduğu zaman “Ben Müslümanım diyor” ve İslâm’ı sunuyor. Çünkü o, İslâm’ın ana fikri olan devlet inancını kay­betmiştir. Sadece onu muhafaza etmiştir. İşte onun, düşünce olarak Müslüman kalmasını sağlayan bu ana fikirdir. O bakım­dan, gerek ilim adamları olarak, gerekse fertler olarak ana fi­kirlere çok dikkat etmemiz gerekiyor. 

Bu vesile ile tekrar hepinize Vakfımız adına şükranlarımızı sunar, Cenab-ı Allah’tan böyle toplantıların ve çalışmaların de­vamını niyaz ederim.

Teşekkür ederim.

Benzer Konular

İSLAM VE DEMOKRASİ TOPLANTISI AÇILIŞ KONUŞMASI

İSAV, bugüne kadar millî ve milletlerarası 57 tane Tartışmalı İlmî Toplantı yap­mış ve bunların ürünlerini kitap hâline getirmiştir. Beşinci Uluslararası Tartışmalı İlmî Toplantının konusu İslâm ve Demokrasidir.

MATURİDİ TOPLANTISI AÇILIŞ KONUŞMASI

Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi ve İslami İlimler Araştırma Vakfınn müştereken düzenlenlediği "Büyük Türk Bilgini İmam Mâtürîdî ve Mâtürîdîlik” konulu Tartışmalı İlmî Toplantı 22 Mayıs 2009 Cuma günü, 14.00-19.00 saatleri arasında Bağlarbaşı Kültür Merkezi Salonu’nda; 23-24 Mayıs 2009 Cumartesi ve Pazar günleri ise 09.30-19.00 saatleri arasında Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Salonu’nda akdedilmiştir. Bu toplantının açılış konuşmasının Türkçe, Arapça ve İngilizce metinlerine ulaşmak için TIKLAYINIZ...

Namaz ve cami

18-19 Ekim 2008 tarihinde yapılan Namaz ve cami konulu toplantının açış konuşması