XXI. Asırda İslâm Dünyası ve Türkiye toplantısı açış konuşması

15 Temmuz 2006

 

Prof. Dr. Ali ÖZEK

İslâmî İlimler Araştırma Vakfı Başkanı

Sayın Başkan ve değerli konuklar!

İslâmî İlimler Araştırma Vakfı(İSAV)’nın tertiplediği XXI. Asırda İslâm Dünyası ve Türkiye konulu dokuzuncu Milletlerarası Tartışmalı İlmî Toplan­tıya hoş geldiniz. Vakfımız adına hepinize ve özellikle de toplantımıza yurtiçi ve dı­şından tebliğci ve müzakereci olarak katılmakta olan ilim adamlarına şükranlarımızı takdim ediyoruz.

Kuruluşundan buyana genelde İslâm Dünyası, özelde toplumumuzu ilgilendi­ren, çağdaş ve tarihî konularda millî ve milletlerarası tartışmalı ilmî toplantılar düzenliyoruz. Böylece vakfımız, İslâm Dünyası ve Türkiye’nin yeni yüzyıldaki du­rumu, konumu ve muhtemel gelişmeleri içeren milletlerarası çok önemli bir sempoz­yuma ev sahipliği yapmaktadır. Dünyada görülen gelişme ve değişmelerin alanı ol­dukça genişlemiş ve takibi zorlaşmıştır. Bu geniş alan içine özellikle içtimâî, ahlakî, ticarî, ilmî ve teknik konular girmektedir. Vakfımız, dünyada yaşanmakta olan hızlı gelişme ve değişmelerden dolayı toplumumuzun içine düşebileceği problemleri ilmî usullerle araştırmaya ve sonuçta muhtemel çözümler sunmaya çalışmaktadır.

Bir sene önce bu toplantıyı tertip etmeyi plânlarken, bilindiği üzere şu anda içinde bulun­duğumuz durumla karşılaşacağımızı bilmiyorduk. İçinde bulunduğumuz bu durum da göstermektedir ki, İslâm Âlemi, ülkeler ve milletler olarak her şeyiyle yeniden ele alınıp incelenmeye muhtaçtır.

İslâm Ülkeleri geçmişlerini iyi bilmek ve özellikle yakın tarihlerinde batılıların telkin ettikleri bölünme ve parçalanma senaryolarından ders almak zorun­dadırlar. Zira geçmiş yani tarih, geleceğin öğretmenidir.

Burada bir hususa dikkatinizi çekmek istiyorum: Bizim böyle bir toplantı yap­maktan hedefimiz, “İslâm Âlemi” diye bilinen ülke ve milletlerin XXI. yüzyılda içinde bulundukları sosyal, siyasî, iktisadî, ilmî ve teknolojik durumlarını ortaya koymak ve gerekli tavsiyeleri sunmaktır. Zira günümüzdeki Müslümanların durumunu izah etmek bakımından Hz. Pey­gamberin buyurduğu şu hadis câlib-i dikkattir. O şöyle buyurmuştur: “Âhir zamanda ümmetimin iki davranış biçimi kendilerine zarar verir: Dünya sevgisi ve ölüm korkusu”.

Bu demektir ki, Müslümanlar, hadiste geçen zaman gelince geçici dünya menfaatleri  için inanç ve ideallerini  terk ederler, korkarlar, çalışmazlar, dünyayı imar etmezler ve başkalarının emrinde çalışmayı tercih ederler. Bu olumsuz davranış biçimlerinin acaba sebep ve sâiki ne­dir? Zira bu davranış biçimleri İslâm’ın temel esaslarına aykırıdır. Çünkü, İslâm’ın ana prensipleri, Müslüman’ın çok çalışmasını, üretmesini ve insanlığa hizmet etmesini emreder.

Onun için bugün İslâm toplumları üzerinde psikolojik ve sosyolojik araştırma­lar yapmak gerekmektedir. Çünkü bu tarz tutum ve davranışlar inanç ve algılama yönünde bir nevi çözülme ve bozulmanın işaretleridir. Genel anlamda toplum fertlerinin hem düşünce ve davranışlarına hem de kendi öz inançlarına aykırı olan bu ârızî anlayışların kaynağı ve sebepleri nelerdir.? Kanaatimce her şeyden önce bunların araştırılması gerekir. Zira insanı yöneten ve yönlendiren ana güç, onun inancı ve anlayışıdır. Bu ise, insanın ve onun yaşadığı toplumun genel anlayışının bir sonucu olduğu kadar, aynı zamanda hayat felsefesinin de bir neticesidir ki, bunların sosyologlar ve psikologlar tarafından  araştırılmasında pek çok faydalar olacaktır.

Nitekim bu hususlarla bağlantılı olarak bundan önceki milletlerarası toplantımızın konusu “Küreselleşme, İslâm Dünyası ve Türkiye” idi. Hepimizce bilinmektedir ki, dünya üzerinde yaşayan mil­letler ve devletler, asrımızın geliştirdiği ilmî, teknolojik araçlar, haberleşme ve ulaşım imkânlarıyla birbirlerine oldukça yaklaşmışlardır. Bu durum devam edecektir. Dünya coğrafyasının çok büyük bir kısmını işgal eden ve ayrıca zengin yer altı ve yer üstü servet ve imkânlarına sahip bulunan İslâm Ülkelerinin bundan böyle çok dikkatli ve temkinli olması gerekir. Umuyorum ki, bu toplantımızda sunulacak tebliğler ve müzakereler neticesinde çok değerli bilgilere ulaşacağız. 

 

Değerli misafirler!

Oturum başkanı sayın Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş Bey’in talebi üzerine Orta Asya’da, Kazakistan’da devam eden eğitim ve öğretim faaliyetlerimize kısaca değinmek istiyorum.

İnsanın hayatında en önemli şeyin eğitim-öğretim olduğunu hepimiz biliyoruz.  Ancak eğitim-öğretim bir silâh gibidir. Silâh yerinde ve maksadına göre kullanıldığı takdirde insanlar bu silâhlarla kendilerini birçok tehlikelerden koruyabilirler; ama, kötü maksatla da kullanılabilir. İlim de öyledir. Bugün dünyada insanları öldüren teknolojiyi ortaya koyan da ilim adamlarıdır.

Kazakistan’ın Almatı şehrinde milletlerarası bir üniversite kurma teşebbüsümüz oldu. Üç sene önce bu faaliyete başladık. Bugün gelinen noktada binayı tamamladık, halen eğitim-öğretim malzemelerini tamamlamak için çalışıyoruz. Bu üniversiteyi önümüzdeki ders yılında eğitim-öğretime açmayı plânlıyoruz.

Orta Asya’da bu tür faaliyetlere şiddetle ihtiyaç var. Hâlen buralarda bazı müesseselerin eğitim-öğretim faaliyetleri var. Fakat, henüz bunlar yeterli değildir. Bu gibi faaliyetlerin yayılması ve genişlemesi gerekiyor. Bu sebeple bir üniversite açma faaliyetine giriştik. Bunun için eğitim-öğretime gönül veren kardeşlerimizin maddî ve manevî desteklerini aldık. Elimizden geldiği kadar işi yürütmeye, yarım bırakmadan tamamlamaya çalışıyoruz.

Bu vesile ile hepinizi tekrar selâmlar, şu anda yanı başımızda cereyan eden Irak savaşının Müslümanların lehine neticelenmesini niyaz ederim. İnanıyorum ki bu savaş haksız, dengesiz ve dünya menfaati için yapılan bir savaştır.  İddia edildiği gibi Irak halkını hürleştirmek, onlara yardımcı olmak maksadıyla yapılan bir savaş değildir. Çünkü, daha önce de Batılılarca böyle savaşlar yapıldı ve fayda getirmedi.

Meselâ: Ben İslâm ülkelerinin çoğunu dolaştım. En çok kaldığım ülke Mısır. İngilizler Mısır’da 80 sene kaldılar ve bu zaman içerisinde Kahire–İskenderiye arasındaki çöl yolunu ve bir de İngilizlerin oturacağı mahalleleri yaptılar; bunun dışında İngilizler başka hiçbir altyapı yapmadılar. Neden? Çünkü, onların maksadı yardımcı olmak veya onları geliştirmek değil; bilakis sömürmekti. Dün öyle olduğu gibi bugün de netice aynı olacaktır. Sebep ve netice budur. Cenâb-ı Allah İslâm ülkelerini bu saldırganlara karşı korusun.

Bu vesile ile toplantımıza katılan ilim adamlarına ve dinleyici olarak katılanlara vakfımız adına tekrar teşekkür eder, bu toplantımızın ülkemiz ve İslâm Âlemi için hayırlara vesile olmasını yüce Mevlâ’dan niyaz ederim.

 

KAPANIŞ KONUŞMASI

 

Prof. Dr. Ali ÖZEK

Vakıf Başkanı

 

Değerli ilim adamları, değerli dinleyiciler!

İslâmî İlimler Araştırma Vakfı’nın tertip ettiği, 9. uluslar arası tartışmalı ilmi toplantıyı burada bitirmiş bulunuyoruz. Üç gün boyunca değerli tebliğci ve müzakerecilerden XXI. asırda İslâm Dünyası ve Türkiye konulu bu toplantıda çok kıymetli bilgiler ve haberler elde ettik. Ben kendim için söylüyorum önce ben kendim bilgilendim, çok şey öğrenmiş oldum. Zannediyorum dinleyiciler de buraya gelmek suretiyle harcadıkları zamanda bir şeyler öğrenmiş oldular.

Vakfımız bu türlü toplantıları her sene bir defa olmak üzere yapmakta ve yapmaya devam edecektir inşallah sizlerin maddî ve manevî desteğiyle.

Burada sunulan tebliğler ve yapılan müzakerelerde ortaya çıkmıştır ki, İslâm Dünyası artık yerde sürünmekten kurtulmuş, ayağa kalkmak üzeredir ve kalkacaktır. Çünkü yerde çok sürünmüştür. Bunu kabul etmeliyiz. Tarihimiz ortada. Ancak ayağa kalkacaktır. Bunun sebebini, burada tebliğ sunan ve müzakerede bulunan arkadaşlar çok güzel açıkladılar. Bana göre bunun sebebi şudur: Kur’ân-ı Kerim’de Cenâb-ı Hakk buyuruyor ki, ولولا دفع الله الناس بعضهم ببعض لفسدت الارض =…Eğer Allah’ın, insanlardan bir kısmının kötülüğünü diğerleriyle savması olmasaydı, elbette yeryüzü alt-üst olur, nizam bozulurdu. Ancak Allah, bütün insanlığa karşı lütuf ve kerem sahibidir.” (el-Bakara, 251).

Biz Müslümanlar olarak bizi yönetmek ve bizi sömürmek isteyenlere karşı reaksiyon yani, karşı gelme düşüncesine sahip olmak zorundayız. Bugün Müslümanlar dünyada bu düşünceye sahiptir. İşte önemli olan nokta da budur. Çünkü insanlar birbirleriyle bir çok şeyi tartışırlar, savaşırlar, mücadele verirler. Bunun neticesinde yer yüzü fesattan kurtulur. Eğer bugün süper devlet diye anılan, ABD dünyaya hükmetmek istiyorsa, bu âyetin tefsirine göre bunun manası fesat demektir. Yani yer yüzünde fesat çıkarmak demektir. Buna karşı olmak da bu fesadı önleme anlamına gelir. O bakımdan İslâm Dünyası’nda bugün her ne kadar bir takım idareciler, devlet reisleri bunu anlamamış ise veya bunu anlamış ama daha önce angaje olduğu için kendisini bundan kurtaramıyor ise de, toplumlar, ümmetler ve milletler bu ülkelerde yaşayan demokratik ortamlarda haklı tepkilerini göstermektedirler.

Ben yetmiş yaşındayım bundan yirmi-otuz sene önce böyle bir toplantı yapmak, bu meseleleri konuşmak mümkün değildi. Ama şimdi biz bunları toplanıp, bir araya gelip konuşabiliyoruz, tartışabiliyoruz. Bu bir gelişmedir, ilerlemedir. Dolayısıyla bu düşünce Müslümanlarda belirmektedir ve bu düşüncedir ki, Müslümanları sömürülmekten, esaretten, kendi değerlerini başkalarına kaptırmaktan artık vazgeçirecektir.

Diğer bir husus da şudur: Değerli dinleyenler bugün yeryüzünde bütün hayvanlar kendi rızklarını kendileri kazanırlar. Hatta onların bizim gibi elleri, parmakları da yoktur. Öyle hayvanlar vardır ki, sadece ağzıyla yakalayabilirse onu yer, hayatını idame ettirir. Ama insanoğlu, diğer hayvanlardan farklı olarak el, ayak ve akıl sahibidir. Böylece çok büyük işler yapmaya muktedir olarak yaratılmıştır. Ancak ihmal ettiğimiz çok önemli bir nokta var: İslâm Ülkeleri’nin hastalıklarından, eksikliklerinden biri de budur. Her ferdin çalışması ve rızkını bizzat kendisinin kazanması prensibi yani Allah’ın yarattığı kadın, erkek her kulun, kendi rızkını kendi çalışıp bizzat kendisinin kazanmasıdır.

Bizim eski geleneğimizde helal rızk diye bir şey vardır. Bir adam helal rızkla beslenmiyorsa bu kişinin ibadeti ve duası kabul değildir. Bunlar kitaplarda yazılıdır. Niçin? Helal rızk insanın bizzat kendi kazandığıdır. Hatta şöyle bir rivayet vardır: 600 sene hüküm süren Osmanlı Devleti padişahları ve ailesi devletin her türlü servetine, kıymetine sahip olduğu halde herkesin bir mesleği varmış, Osmanlı hanedanının her ferdinin genelde erkeklerin mutlaka bir sanatı olurmuş. Yani gençliğinde padişah olmadan bir sanat edinirler ve o sanatından para kazanıp yaşarlarmış. Mesela II. Abdulhamid’in mesleği marangozluktur.

Bunları söylemekteki maksadım şu: İslâm Ülkeleri’nde herkesin çalışması, üretmesi lazım gelirken, nüfusun sadece yüzde yirmi beşi çalışıyor, yüzde yetmiş beşi tüketiyor. Bizi geri bırakan da budur. Hz. Peygamber Efendimiz(s.a.v.)’in bir hadis-i şerifi var: كاد الفقر ان يكون كفرا Fakirlik, neredeyse inkâr ve küfür ola yazdı.

Tebliğciler bir çok konuya etraflıca temas ettiler. Mesela, sıkıntı içerisinde bulunan işsiz bir insan, akşam evine ekmek götüremiyorsa bunların problemlerini çözmeden bir toplum yücelemez. Sonra “komşusu aç olduğu halde kendisi tok yatan Müslüman, Müslüman değildir” demiş Hz. Peygamber Efendimiz.

Bunların anlamı şu demektir: Biz eğer düşünce olarak herkesin çalışmasını ve herkesin üretmesini ister ve bunu teşvik edersek bunlara bağlı olarak İslâm Alemi’ndeki değerleri harekete geçirebilirsek problemlerimiz çözülecektir. Fakat bu insanlar bütün enerjilerini günlük ihtiyaçlarını karşılamak, karnını doyurmak için sarf ediyor, ama yine de karnını doyuramıyorsa, onun düşünüp başka insanlara da faydalı olması düşünülemez. Onun için İslâm Ülkeleri geri kalmıştır.

Değerli misafirler şunu da ilave etmek istiyorum: Cenâb-ı Allah insanların arasından bazı kimselere teşebbüs kabiliyeti vermiştir. Tabii ki, bu müteşebbis insanları da yetiştirmemiz lazımdır. Bugün mesela İslâm Ülkeleri’nde müteşebbis insanlar olmuş olsa ve bu teşebbüsleri ile iş yeri açmış olsalar, atölyeler açsalar, insanlara iş verseler tabii ki onlar da para kazanacaktır. Böyle bir düşünce ile ancak İslâm Ülkeleri kalkınabilir.

Onun için biz ümitsizliğe kapılmayalım biraz kendimize gelerek daha fazla çalışmaya gayret edelim. O zaman Cenâb-ı Allah bizim önümüzü açacaktır. Bugün Türkiye’de benim gördüğüm kadarıyla bu düşünce vardır. Çünkü burada çeşitli sebeplere bağlı olarak bu teşebbüs düşüncesi gelişmiştir.

Değerli misafirler!

Bu toplantının hayırlara vesile olmasını Cenâb-ı Allah’dan niyaz ediyorum. Bundan sonra da bu tarz ilmî toplantıların yapılmasını diliyorum. Bu vesile ile hepinizi hürmetle, saygı ile selamlıyorum ve Vakfımız adına hepinize şükranlarımı sunuyorum.

Hepinizden Allah razı olsun.

 

Benzer Konular

İSLAM VE DEMOKRASİ TOPLANTISI AÇILIŞ KONUŞMASI

İSAV, bugüne kadar millî ve milletlerarası 57 tane Tartışmalı İlmî Toplantı yap­mış ve bunların ürünlerini kitap hâline getirmiştir. Beşinci Uluslararası Tartışmalı İlmî Toplantının konusu İslâm ve Demokrasidir.

MATURİDİ TOPLANTISI AÇILIŞ KONUŞMASI

Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi ve İslami İlimler Araştırma Vakfınn müştereken düzenlenlediği "Büyük Türk Bilgini İmam Mâtürîdî ve Mâtürîdîlik” konulu Tartışmalı İlmî Toplantı 22 Mayıs 2009 Cuma günü, 14.00-19.00 saatleri arasında Bağlarbaşı Kültür Merkezi Salonu’nda; 23-24 Mayıs 2009 Cumartesi ve Pazar günleri ise 09.30-19.00 saatleri arasında Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Salonu’nda akdedilmiştir. Bu toplantının açılış konuşmasının Türkçe, Arapça ve İngilizce metinlerine ulaşmak için TIKLAYINIZ...

Namaz ve cami

18-19 Ekim 2008 tarihinde yapılan Namaz ve cami konulu toplantının açış konuşması